Günümüzde de çok söylenegelen “insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır” sözü, her zaman doğru mu diye düşündüğüm çok olmuştur. Duygu-düşünce aktarımındaki yöntem zenginliğini ve sevgi-saygı anlayışını öncelediği için, dostluk-kardeşlik-barış… güzelliklerini öne çıkardığı için tartışmasız doğru bir söz ve insanoğlunun bize önemli bir kalıtı aynı zamanda. Yaşamın genel akışına bakıldığında buna pek uyulamadığı/uylmadığı tarih boyu çok görülmüştür. Belli ki insanoğlunun kimi zaman yetersizliğinin yanında/önünde çıkar ve anlayış farklılığı baskın gelmekte, kimi dış etkenler belirleyici olmakta ayrıca.

         Ben yine de insanların her koşulda birbirleriyle konuşup-görüşebilmesini, dertleşip anlaşma düzlemini aramalarını ilkesel ve doğru bulurum. Konu-komşu ilişkilerinden sosyal ilişkilere, kurumsal ilişkilerden sanatsal-kültürel ilişkilere ve siyasi ilişkilere böyle bakmanın/bakabilmenin insana daha yakışan bir tutum olduğunu düşünürüm. Bunu vurgulayarak birbirimize sık sık anımsatmanın da “ukalalık” olduğunu da hiç sanmıyorum.

        Sözü toplumsal ilişkilerin neredeyse tamamına yansıyan ya da önemli ölçüde “sirayet” eden bir duruma, “iç siyasal görüşme” turuna getirmek istiyorum. Ülkemizin köklü sorunlarına bakış ve bunların çözümüne ilişkin “tanı ” ve “çözüm” irdelemesi ve çabası için siyasi bir düzlem oluşturulması önemsenmesi gereken bir ilişki. İç ve dış sorunların büyüklüğü ve zorluğu bunu da gerektirir. Bunu oluşturma gayretinin biçimini ve biçemini/üslubunu öne çıkarıp/vitrine koyup, içeriğine ve izlencesine dönük yanını, kapsamını, alanını, tali /ikincil plana itmek çok tutarlı bir tutum olmasa gerek. Söylem ve yüzeysel görüntü, nezaket gösterisi ve biraz da “demokratik” görünüm sunma çabası daha çok iç politik tutuma ve propagandaya hizmet eder. Ayrıca “uluslararası camiaya!” bir selam, bir gönderi de taşıyor kuşkusuz.

        Gündemi belli olan görüşme-tartışma/ “müzakere etme” ilişkisinin verimi elbette siyaset kurumunun düzeyi ve halkın bilgilenmesi için önemli. Bu kültürün sadece siyasal alanda değil bütünüyle yaşama yaygınlaşması genel dileğimiz kuşkusuz.

         Özellikle ekonomi başta olmak üzere “yokluk”, “yoksulluk”, “ayrışma”, “bozulma”, “yıkım” vb. sözcüklerin toplumsal sıkıntılardan dolayı öne çıktığı günlerden geçiyoruz.

        Eğitimi biçimleme çabası yaz-boz tahtasından öteye bir sorun! Beyin ve yürek yapımıza müdahale; yeni kuşakların ufkunu biçimleme, köreltmeye varan… Akıl-bilim yolundan, çağdaş yurttaş ve sorumlu birey yetiştirme öngörüsünden hızla uzaklaşıldığı, sorup-sorgulamayan/sorgulayamayan; bağlı kalıp/sadakat gösterip söylenene “biat” eden bir gençlik ve ümmet topluluğunu oluşturma izlencelerinin adım adım örgün ve yaygın eğitim kurumlarında ve bütün kamu kurumlarında uygulamaya konduğunu bu “görüşme trafikçileri” görmezler mi?

      Halkçı-Kamucu-Devrimci Cumhuriyetin ilke ve öngörülerinin dışına çıkılıp bilim yerine dinsel dogma ve telkinlerin-inanışların, yurttaş yerine kulluğun öne çıkarılarak “yeni orta çağ” amaçlarını hızlandırdıkları nasıl görülmez/görmezden gelinir?

       DİB’in birçok bakanlıktan çok daha büyük bir parasal güce ve hiyerarşik bir saltanat kayığına dönüştüğü gerçekliği çok mu anlaşılmaz?

       Verdiği “fetvalarla” toplumu ayrıştırdığı, bir mensubiyeti öne çıkarıp dışındaki toplumsal kesimleri, inanış ve anlayışları yok sayarak bölünmeye ve ötekileştirerek düşmanlaştırmaya bilinçli ya da bilinçsizce hizmet ettiği nasıl algılanamaz? 

        Kültürel dayatmanın saldırıya evrildiği, sanat etkinliklerinin sınırlanıp engellendiği, baskı ve sansürün arttığı bir dönemden geçilmekte. Üstüne üstlük yasalara ve anayasaya uymamayı keyfiyet durumuna getiren bir anlayış/bir yönetim “yeni anayasa” diye gündem oluşturmakta ve “görüşme trafiğini” alttan alta buna göre biçimlemeye çalışmakta. Bütün bu sosyolojik çarpıklık/gerçeklik ortada iken bunları konu etmeyen/edemeyen anlayış hangi güvenle neyi, nasıl çözecektir?

        Öte yandan dış sorunların dostluk barış ve karşılıklı çıkar düzleminde, ülkemizin bağımsızlığına dayalı sürdürülebilmesi için komşu ülkelerle -özellikle Suriye- uyum ve birlikteliğin özenine ivedilik gerekirken; AB-ABD ve NATO sorgulamasının yapılamaması, ilgili siyasi görüşmeleri yüzeysel kılar, halkımız adına bir olumluluğu da getiremez.

        Halkın geçim sorununu, yaşam kaygısını, eğitim-sağlık sorununu, kültürel-sanatsal erozyonu ve kan yitimini doğru düzleme ve çözüm stratejisine böylesi görünüm/ hamaset önceliği taşıyan “görüşme-diyalog” biçimselliği sağlayamaz. Ancak içi boş ve anlamsız “iyimserliği” pompalar, kitlesel duyarlılığı, direnci azaltır ve toplumsal muhalefetin önünü keser. Bu yöntem “sistem” koruyucularının ve çıkar çevrelerinin ve elbette onların siyasi temsilcilerinin çok eski yöntemidir. Değişik dönem ve koşullarda yeni görüntüleriyle toplumun karşısına yeni bir seçenek diye sunulur. Toplumun “denize kavuşma özlemi”, kirli su göletleriyle havuzlanarak engellenir. Geçmişte de çok karşılaştığımız “sistem içi yamalar” ülkemize, halkımıza çözüm olmaktan öteye büyük bedeller de ödetmiştir.

       Çözümün adresi Cumhuriyetin kurucu iradesinin yeniden oluşturulmasına bağlıdır. O damar ülkemizde her şeye karşın hala vardır ve gerçek siyasi önderlerin ülkemiz gereksinimlerine ve Cumhuriyet ütopyasına uygun izlenceleriyle öne çıkmalarıyla başarılacaktır. Yoksa “istikşafı” -aslını incelemeyen, sonuç almaya dönük olmayan-görüşmelerle ancak “demokrasicilik” oynanır ya da popülizm bataklığına sürüklenilir.

                                                              18 Haziran 2024

                                                           Trabzon

                                                  -Yarınlar Güzel Olacak-