Çok şey yazıldı, söylendi. Halen yazılıyor da. Ölenlerin, göçenlerin ardından. Hele halkıyla, insanıyla, taşıyla-toprağıyla, yurduyla ve tüm insanlıkla bütünleşmiş bir sanatçı olunca sözü olan çok olur.

        Kimi yöneticilerden ve siyasilerden fırsat bulursa gerçek dostları, sanatseverler de duygu ve düşüncelerini paylaşmaya çalışırlar bu arada. Hakkını teslim etmek, halkın gönlündeki yerini kalıcılaştırmak, geleceğe ışık olması için yönetenlerin ve kimi siyasilerin gölgesinden kurtarma çabasıdır aslında.

        Kısık ve üzgün sesler, öfkesini içine atan… Koca koca kanalların, büyük mikrofonların uzanıp görmek istemediği, insancıl duygu seli ve düşünce fırtınası… Uzun süre esmesin, istenmez. Sürüklemesin ardından sevenlerini/düşündaşlarını, halkı. Hele gençlik, derinlemesine irdelemesin bu tür sanatçıların yaşamını; özveriyle donanmış ve yurt sevgisiyle bütünlenmiş, insan sevgisiyle harmanlanmış, özü hümanizm olan uzun koşunun sanat kulvarını. İnsanı, toplumu ve elbette kendini de sırası geldiğinde yönetimi, eksik ve yanlışlarıyla değerlendirebilen, eleştirmekle yetinmeyip öneri ve izlem/program sunan…Edilgenliğe sığınmayıp etkenliğini öne çıkaran dinamik ve devingen bir yapı; önünde at oynatılamayacak olan!

        Sanatçı’nın ölümü üzerine yüzlerce-binlerce yazı yazılmıştır. Kimi duygusal ağırlıklı, övgü dolu. Genelde bizim toplumda ölenin ardından “iyi” konuşmak, olumlu söz, bir gelenek gibi yaygındır. Bir övgü, sevgi ve yakınlık söylemi, dahası hayranlık biçemi, anlatımı sıcağı sıcağına yinelenir.

        Son yıllarda sanki ölümler arttı gibi. Toplumun örnek insanları, düşünürler ve sanatçılar dökülüyor art arda. Uzak kalsın ama yaşlılık duygusu, kabul etmeli! Amacım bir hüzün tablosu çıkarmak değil. Karamsarlık pompalayan bir yakınma hiç değil. Ölüm doğal kuşkusuz. Ancak ekonomik-sosyal-siyasal-kültürel ve etik yitimin yıkıma sürüklediği bir ülkeden, Türkiye’den söz edince değerlerimizin göçü çok daha fazla acı veriyor insana. O nedenle son yıllarda ölümler çoğaldı diyorum. Onlara daha çok gereksinim duyduğumuz dönemde…

        (…………..)

          Bir antik tiyatro görmeyeyim, deliye dönerim. Kan çekiyor herhalde, yüreğim güm güm atmaya başlar.”Dostlar Tiyatrosu”’nun kurucusu, tek kişilik oyunların öncüsü ve Politik Tiyatro’nun elli yılı aşan kararlı savunucusu, sahnedeki “eylem” insanı…  Nikolay Gogol’un “Bir Delinin Hatıra Defteri” adlı oyunuyla ülkemizde tek kişilik oyunları çağdaş anlamda başlatan... Ustalığı, kimlik ve kişiliğiyle, kurduğu tiyatronun bir kültür-eğitim merkezi/ekolü/okulu oluşu ve niteliğiyle… Sanatın gücünü ve büyüklüğünü duruşuyla gösteren küçük dev adam, bir “insan” … Başkaldırının tek kişilik ordusu!...

          “Aklım, fikrim, vicdanım, dünya görüşüm, özgürlük, bağımsızlık, barış tutkum, laiklik, insan hakları ve eşitlik inancım, insan emeğini en yüce değer kabul edişim, sanatın gücüne yürekten bağlılığım, hepsini ve daha fazlasını Cumhuriyet’e borçluyum.”

         Alçak gönüllülükten çok öte bir anlam, büyük bir toplumsal öğüt, sanatçı duruşu, Cumhuriyet’e ve Devrime bağlılık ve savununun eylem kılavuzu. Sistemin değil halkın değerleriyle ve gücüyle nasıl bütünleşilebileceğini yaşamıyla kanıtlayan…

         Tiyatro, bütün sanat dallarında olduğu gibi bir düşünce aktarım aracı. Davranış, söz ve eylem -hareket- ile sahnede, açık alanda ama mutlaka izleyiciyle birlikte. Birçok türü var elbette. Hele günümüzde “suya sabuna dokunmayan” “tiyatromsu” sahne oyunlarının ve görsel bolluğun kolaycılığı, popülizmi varken en “sorunlusu”nu yeğlemek ne akıl be! İkide bir mahkemelere “savunmaya” gitmek, tazminatlara uğramak, popüler ödüllerden yoksun kalmak!

         Tiyatro sanatının en “meşakkatli” türünü/dalını, Epik Tiyatronun siyasallaşmış durumu olan Politik Tiyatro’yu, onlarca sahnede, özellikle tek kişilik oyunlarıyla, siyasilerle “cebelleşme” pahasına, baskı ve yasaklamalara inat sürdüren bir “Deccal”… Seyircilerin eğlenmesinden/eğlendirilmesinden önce bir bilinç uyandırma, sahnede olanlara eleştirel bakma, ilgili kurguya ve senaryoya inanmanın aksine düşünmeyi önceleyen, sorgulayan Brecht tarzı... Birilerine göre “ahmaklık”, “bela” arayışı, “sefil”, “halk tarzı” bir yaşam!

           Cumhuriyet Devrimi’nin aydınlanma/aydınlatma gücü, yetiştirdiği sanatçı, bilim ve kültür insanlarıyla halka ulaşma çabası bir sürekliliği gerekli/zorunlu kılar. Bunun siyasi anlatımı arasız kültürel devrimdir. Kültürel devrimlerin öncüleri ve önderleri de sanatçılardır. Onların topluma önderliği ve özellikle siyasilere baskısı toplumsal dönüşümün de itici gücüdür. Bu konuda da giderayak bir öğüdü var Usta’nın;

      “hoşça kalın/ dostlarım benim / hoşça kalın / sizi canımda/ canımın içinde / kavgamı

       kafamda götürüyorum/ hoşça kalın / dostlarım benim / hoşça kalın…/ resimlerdeki   kuşlar  gibi

      / dizilip üstüne kumsalın / mendil sallamayın bana / istemez…  Tek hecesiz elveda”

 Sen görmedin -belki ben de- ama bu ülkenin aydınlık insanları halkıyla birlikte er ya da geç karanlıkları delip dağıtacak ve başaracaklar mutlu olmayı. Sen alkışlarla gittin Genco Erkal, ne mutlu sana; ışıklarda uyu.

                                                                                    06 Ağustos 2024

                                                                                         Trabzon

                                                                                 -Yarınlar Güzel Olacak-