Hemen herkesin kişisel ya da toplumsal tepkisinin bir aşamasında dillendirdiği bir sözcük “düzen”-“sistem” üzerine dertleşmek istedi canım. Düzen-düzenleme, “nizam”-“intizam”… Anlamına ilişkin çok şey söylemek olası. İkinci anlam ve mecaz karşılığı olarak da kullanıldığını görürüz “düzen” sözcüğünün; hile organizasyonu “komplo” gibi, Müzik aletlerinin ses ayarı/bütünlüğü “akort”, sesin uyumu/düzeni gibi.

       Ben ilk akla gelen/gelmesi gereken, çok kullanılan anlamını ele almak isterim.  Çağrıştırdığı sosyal, siyasal, kültürel ve etik/ahlaki sorunsalın kökenini biraz da. Sosyo ekonomik, sosyo kültürel yapılanmanın vücut bulmuş yapısı-erki… Siyaset Bilimi ve Toplum Bilim/Sosyoloji tanımlarını da dikkate alarak tartışmasız bir güç, bir otorite, bir ilişkiler ağı, devlet aygıtına egemen anlayış, seçeneği olamayacak “yüce” /” kutsal” bir “piramit” denilebilir. Öncelikle ilke ve yasalara göre örülmüş bir omurgadan/iskeletten ve buna uyumdan, zorunluluktan söz edebiliriz. Yönetim çerçevesi, biçimi -rejim- uygulamaların ve amaçların merkezi dayanağı…

        Sözüm bütün sistem/düzen karşıtlığı, dağınıklık ve düzensizlik biçiminde algılanmamalı. Yani bir “anarşist” yaklaşımdan söz etmiyorum. “Düzen” /” sistem” sözcüklerinin neyi, nasıl, ne için biçimlediği asıl önemli olan. Kamu/halk önceliğine dayanan, eşitlik ve adaleti, üretim ve paylaşımı esas alan bir “sistem” /”düzen”e değil sözlerim kuşkusuz; hani ülkemizde olmayan ve çok özlenen! Bugün ülkemizde yaşanan/yaşatılan aslında düzensizlik diye tanımlanabilecek bir uçuk/kaçıklıktan söz ediyorum… Bir yolsuzluk, bir hukuksuzluk, bir adaletsizlik, kendine özgü bir kültürü ve inanışı biçimleme, bir keyfiyet yönetiminden/düzeninden… Kapitalist-Feodal -dinci, tarikatçı, cumhuriyet düşmanı…- yapılanmanın emperyal acenteliği görevini en acımasız biçimde sürdürdüğü bileşenler koalisyonundan…Ekonomik-sosyal-kültürel-etik bir evriliş ve yıkımdan, dönüşümden, yok oluşa sürüklenişten; bir “gayya” çukurundan…

        Bütün bunlara yani “sistem”’e karşı olduğunu sıklıkla söyleyen birçok siyasi çevrenin, sistemle flörtü beni öncelikle ilgilendiriyor ve çok rahatsız ediyor. “Terim” ve “kavram” karmaşası “sistem” sözcüğünü, dolayısıyla anlamını da etkiliyor. “Sistem karşıtlığı” sözü, siyaset dünyasının yanında kültür-sanat-yazın dünyasının da diline dolanan bir söyleyiş. Topu taca atmak gibi bir yöntem; oyunu çevirip-dönüştürme çabasından uzaklaşmak! Ilımlı bir “kaçış”, biraz da sorumsuzluk mu demeli yoksa! Yine sistem savunucuları da zaman zaman “sistem” yakınmasıyla toplumun karşısına çıkarlar. Attıkları söylevlerle düzen karşıtlığının merkezini bile aldıkları görülür. Burada “düzen artıklarının” çırpınışlarını, yer arayışlarını, “tövbekârlıklarını” iyi görmek gerekir. Kişiler arası kavgayı “sistem” sorunu görüp kahramanlığa soyunan partilerin/kümelenmelerin sistem karşıtlığıyla bir ilgisi olmadığı unutulmamalı. Dolayısıyla çoklarının eleştirdiği/vurduğu, pek kimsenin savunur görünmediği bir öcü, bir sanallık…

       (……….)

        Ekonomi politiğin iki yönü olduğu gibi kültür-sanat-yazın’ın da böyle ikili yanı/yönü ve tercihi göz ardı edilmemeli. Siyasetin geniş kulvarına sadece bakıp, sanat’ın değişik disiplinlerinde bunu aramamak/görmemek bir çeşit körlük olsa gerek. Kendi izlencelerini, sosyo ekonomik, sosyo kültürel yani sınıfsal pencerelerini görmezden gelerek “veryansın” etmek bana epeyce “havanda su dövmek” gibi geliyor. Çünkü onlar konumları gereği, varlıklarının geleceği/bekası için öznel olmak zorundalar. Yaşamları, ömürleri buna bağlı. Kimi zaman ikircikli -aslında “ikili” demeli- tutumları, söylem ve tavırları, izlem/izlence “düzeltme çabaları”, yapay olup kitle ve sosyal psikoloji atraksiyonundan öteye gitmeyen, aldatmaya/zamana dönük hamleler olduğu bilinmeli. Halk ağzıyla söylersek “bir gaz alma” harekatı!

        Siyasi yaşamımızda partilerin sınıfsal konumu bu bağlamda ekonomik ve kültürel yanıyla ve özellikle Cumhuriyet Devrimi ölçütleriyle ölçülüp-biçilmeden yapılacak büyük özverili çalışmalar dahil ciddi sonuç getirmeyecektir. Görüntü ve biçimsel değişiklikten öteye gitmeyen, kişilere odaklanan, süregelene/düzene seçenek olamayan yapılanmalar, süreç içinde yapısal ve düşünsel değişim ve dönüşüme uğrarlar. Ülkemizde birçok siyasi partinin/yapının -kitle örgütü olamayan “sivil toplum” kuruluşlarının- , sistem karşıtlığı söyleminin gölgesinde/yanı başında sistemle yol alma çabası/kaygısı artık kendini gizleyemez açıklıktadır! Özellikle iktidar yarışının daha yakınında/merkezinde olduğu “düşünülen”, “varsayılan” parti ya da partiler düzen karşıtlığı söylemleriyle “puan” toplamaya yönelirken, aslında “sistem”i daha sağlamlaştırma ve kendi etkenliklerini sistemle bütünleme uğraşılarını halktan gizlemeye çalışmaktalar. Kimi zaman dillendirilen, “reel politika”, “siyasi tüccarlık” ve “siyaset tüccarlığı” kavramları, ayıplanmak bir yana günümüz Türkiye siyasi arenasında artık kanıksanan bir yöntem, bir kavram sayılmakta.

       Başka seçeneğin kalmadığı yapaylığı içinde kendini “Atatürkçü”, “Cumhuriyetçi”, “Solcu”… tanımlayan birçok siyasi parti, örgüt/kurum ve bağımsız/örgütsüz birey, sistem argümanlarına/verilerine/öngörülerine sarılarak yolsuzluk-adaletsizlik-hukuksuzluk timsali olan; üreticiye, işçiye, köylüye, aydına, sanata ve sanatçıya ve bütünüyle halka sırtını dönmenin, “sırça köşkte” yer almanın sevdası ve nema yarışının simgesi olan bugünkü “sistem” ile bütünleştiğinin, dolayısıyla evrildiğinin, değiştiğinin, dönüştüğünün ayrımına ne zaman varacak? Bizi asıl ilgilendirmesi gereken bu değil mi yoksa?                                                             

                                                                                                          -Yarınlar Güzel Olacak-