Dünyamızda küçüklü-büyüklü birçok uygarlık alanından, merkezinden söz edilebilir. Kimi toplumlar/uluslar/halklar öznel olarak öne çıkarılabilir. Ancak, uygarlıklar merkezi, tarih boyu değişik coğrafyalarda ortaya çıkmıştır. Örneğin Sümer Uygarlığı, Mezopotamya Uygarlığı, Hint-Çin Uygarlığı, 9-12. Yüzyıl İslam Uygarlığı, Anadolu Uygarlığı, Avrupa Uygarlığı vb. Bunların değişik dönemdeki katkı ve birikimleri Dünya Uygarlığı söylemini ve gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Yine uygarlıkların gelişimi ve yayılımı, yönetim anlayışı ve biçiminden ötürü de nitelik yönüyle farklılıklar göstermiştir. Uygarlıklar üretimi-birikimi-tarihi, toplumlar/uluslar/halklar tarafından yapıldığı halde yönetim sahibi/egemeni kesimlerce/sınıflarca sahiplenilmiştir. Son iki yüzyılda, Emperyalizm çağında, özellikle son yüzyılda Avrupa-ABD-NATO diye kümelenen Batı, uygarlık üretmek ve geliştirmekten öteye, daha önce oluşturulan reform, atılım ve devrimleri de kapsayan aydınlanma birikiminin teknolojik üstünlüğünün getirdiği avantajları kullanmak suretiyle egemenlik alanını genişletip sağlamlaştırmaya çalıştı.
Dünyamızın 2. Paylaşım Savaşı sonunda kazançlı çıkan ABD/NATO patronluğunda yeniden biçimlenme çabası tarihsel bir dönüm noktası kabul edilir. Daha sonra kurulan ve sosyalist ülkelerden oluşan Varşova Paktı, esas olarak ABD’nin NATO aracılığıyla genişleyip daha tehlikeli yayılma siyasetini dizginlemek için kurulan siyasi ve askeri bir oluşumdu. 1955 yılından 1990’lara dek süren bu oluşum iç çelişkilerin dışında Batı üstünlüğünden dolayı yıkıma uğradı/uğratıldı. Sovyetlerin yıkılması ve Varşova bileşenlerinin dağılması sonucu “tek kutuplu dünya” -emperyalizm merkezli- söylemi yaygınlaşırken, direnen ulus ve halkların başarısı, emperyal blokun kendi iç çelişmeleri ve güç kaybı “çok kutuplu dünya”’yı öne çıkardı.
Emperyalizm karşıtlığını merkeze alan ülkelerin yanına, uygarlık ve insanlık birikimini de harcayan Batı karşıtlığı eklenince dünya nüfus ve coğrafyasının büyük bölümü ABD-NATO-AB’nin karşısında yer almaya başladı. Ekonomik-sosyal-siyasal kümelenmeler hızla büyüdü/büyüyor. Bu bir “eksen” kayması idi ve yeni bir uygarlık merkezini de gösteriyordu. Özellikle ŞİÖ ve BRICS gibi oluşumlar mazlum halkların çıkarına uygun oluşumlar olarak öne çıkıyordu.
Bu süreçte birçok ülkenin iç politik yapılanması ve stratejisi yeniden belirlenmek zorundaydı. Türkiye de bu biçimlenmenin sancısını yaşamakta. Siyasi partiler ve kurumlar bu aşamada ciddi sarsıntı geçirmekte. “Ezber bozan” tavırlarla yeni konsepte uyum ya da direnme sorunu güncel tartışma merkezinde.
Hükümetin tutarlı olmayan, ikircikli tutumu, benzer biçimde ana muhalefette de görülmekte. Daha “küçük” sayılan kimi sosyalist partiler dışında bu “eksen” değişimini diyalektik görüp siyaset üreten ve halka sunan ciddi bir söylem ve izlem görülmemekte. Özellikle AB-ABD-NATO ve son günlerde artan İsrail karşıtlığının politik bir söylem olarak hamaset ağırlıklı AKP ve yandaşlarınca dillendirilmesi iç politik bir tutum/kaygı önceliği taşımakta. Yıkılışın son çırpınışlarıyla “denge” siyasetine sarılan hükümete adeta can simidi uzatan bir Bürüksel/Washington tutkunu CHP yönetimi, “müstemleke aydını”, kimi yazar-çizer, küçüklü-büyüklü parti ve medya kuruluşları adeta kan yetiştirme yarışında!
Bakınız hükümete karşı söylem/politika olsun diye AB’yi, NATO’yu, ABD’yi dost ve bağlaşık/müttefik görmek, bu batıyı uygarlığın merkezi saymak hiçbir bilimsel siyasetle ve aydın sorumluluğuyla açıklanamaz, ülkemiz çıkarlarıyla da ilişkilendirilemez. ŞİÖ ve BRİCS gibi Batı ve Emperyalizm karşıtı oluşum ve örgütlere sırf Erdoğan görüşüyor diye karşı çıkmak, ülke çıkarlarını/geleceğini ve dünya siyasetini doğru çözümleyememekten kaynaklanıyor.
Sadece yukarıdaki bileşenlerin ABD öncülüğünde Uzak Asya’ya (Kore, Vietnam, Kamboçya, daha sonra Afganistan, Pakistan), Ortadoğu/Batı Asya’ya, Afrika’ya, Orta ve Güney Amerika’ya “özgürlük” ve “demokrasi” taşıma çabası çok çarpıtıcı ve düşündürücü olmalı. Yine bu ülkeleri ve ulusları birbirine kırdırmak, kendi öldürdüğü milyonların yanında kalıcı düşmanlığı yerleştirmesi/ “döşemesi” bir başka çarpıcılık ve ivedilikle düşünülmesi gereken temel bir sorunsal.
Bütün bu adım ve uygulamalar Batı Uygarlığını gölgelemekle kalmamış “Batı Canavarlığı” diye bir kavramı, emperyalizmin azgınlığını dünyaya göstermiştir. Üstelik İngiliz Devrimi, Fransız ve Amerikan Devrimlerinin yani Batı’nın Aydınlanmacı, Devrimci birikimine karşı çıkarak ve uygarlıklar yaratma/oluşturma kalıtını/mirasını yok ederek!
Bu arada bizde yeterince anlaşılamayan, nedense doğru kavranıp içselleşemeyen “çağdaş uygarlık” ülküsü-amacı, düzeyi, klasik batı uygarlığı ile eş/aynı sanılmakta. Daha doğrusu bugünkü Avrupa ile bir özdeşlik tutkusu, çabası, uygarlığın, gelişmişliğin, çağdaşlığın ölçütü sayılmakta. Cumhuriyet Devrimi’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedef doğru çözümlenip yeterince anlaşılamadığı için olacak onun yolunda olduğunu söyleyen/savlayan siyasi partiler, kimi merkezler/kişiler, salt Batı hayranlığı ve öykünmesiyle Atatürk’ün kalıtına sahip çıktıklarını sanmaktalar.
Giderek inişe -umarım çöküşe- düşen bir Batı ve yükselişe geçen bir Asya gerçekliği kendini göstermekte. Aslında “Asya Gerçekliği”, Orta ve Güney Amerika’yı ve Afrika’yı da içine alan/alabilecek olan büyük bir stratejik yönelim ve olası uygarlık merkezi denilebilir.
Daha açıkça söylemek, polemiklere yol açıp kimi dostları incitse de vurgulanmalıdır ki AB hülyalarıyla, geçmişteki küçük Amerika düşlerinin yeni görünümleriyle/versiyonlarıyla bir yerlere varılamaz! Kamucu ve Halkçılıktan uzak, Cumhuriyet Devrimi’nin olmazsa olmazlarından uzak, “çağdaş”, “uygar” görünümlü Brüksel/ Washington Batıcılığı ile, ABD saldırı aygıtı NATO ile, ulusumuz ve halkımız için, ülkemiz ve geleceğimiz için varılacak ekonomik-sosyal-kültürel-etik mutluluk ve uygarlık düzeyi yoktur!
-Yarınlar Güzel Olacak-