Siyaset diline neredeyse egemen olan, eğitim-kültür-sanat dünyasına da hızla bulaşan bir “şirinlik” ten söz etmek isterim. Bir tiyatral görünümden, bulaşıcılığı ve albenisi giderek yükselen “popülist” tutarsızlıktan. Dilimizin varsıllığını yerli ve uluslararası dilbilimciler her fırsatta yinelerler. Sözcük üretme yeteneğinin yanında anlatım kolaylığı kültür-sanat-yazın dünyamıza da olumlu etki etmiştir/etmektedir. Ancak TRT dahil birçok radyo ve TV’de, yazılı ve sözlü anlatım araçlarında kasıtlı bir davranış gibi yaygınlaşan bir eğilim, dilimizi bozma çabasına “popülist” yaklaşımla destek vermekte!

        Öncelikle hızlı üretilip, hızlı tüketilen, sevilen, beğenilen, yaygın tercih edilen, çoklarınca tanınan, nesneler-kavramlar-eşyalar-kişiler ve güzel sanatların (Resim- Müzik- Mimari- Yontu- Dans- Tiyatro- Sinema) bütün dalları için “popüler” sözcüğü kullanılabilir/kullanılmakta  -Bunun doğru ya da yanlışlığı ayrı bir tartışma-. Kısmen sanayi ve teknolojiyle birlikte kitleleri etkileyen bir evrilme… Bireyleri düşünmek ve sağlıklı tercih yapmaktan uzaklaştıran… Yaşamın nasıl sürdürülmesi gerektiğini dayatan/empoze eden…Tek tipleşmeye yönelten…Maddi değerlere bağlılığı/bağımlılığı artırarak, yoğun tüketimi sıradanlaştıran “normalleştiren” …Üstelik aksi durumda toplum/çevre tarafından yadırganacağı endişesini pompalayan, tehlikeli bir yapaylık!... Gerçekçi değil sahte mutluluklar yığını. Evet sanayi-teknoloji-iletişim-pos modernizm sürecinin hızlandırdığı bir “kültür” aslında.

       “Kültür” denince sadece “yerli”- “yabancı” gibi nitelemeler öne çıkarılıyor. Her ikisi de birbirini etkiler günümüz dünyasında kuşkusuz. Ancak kimi koşulların beslediği, desteklediği, bazen dayattığı ya da öncelik verdiği durumlarda yerli-yabancı olmaktan öte bir nitelendirme, bir tehlike akla gelir/gelmeli; popüler kültür, popüler sanat, popüler sinema, popüler yazın/edebiyat… En tehlikelisi de sanırım popüler siyaset/politika! Yani, günlük yaşamda, sanatta, politikada ve bütünüyle sosyal yaşamda, olması- olunması- yapılması- yaşanması- yaşanılması gerçekliğiyle değil, “öyle gibi” yapmak/görünmek. Yani altı b.klu iken abdestli olmak/görünmek gibi!... Varacağı adres “popülizm bataklığı” olur. Türkçesi, çürüme, kokuşma, bozulma, kendini (birey/toplum/ulus/halk), kimliğini/kişiliğini yok etme!

         Felsefi karşılığı ve tanımı ile Popülizm, halk çıkarcılığı anlamına gelir.  Halkla ilgili olanı yüceltme. Halkın çıkarlarının engellendiğini varsayarak devlet/yönetim organlarının toplum çıkarına kullanılması gerektiğini söyleyen yaklaşım. Çoğunluğun beğenisini benimseyen, kitlelerin desteğini almak için onlardan biriymiş gibi davranan/görünen -popülist-. Bu nedenle siyasette, kültür-sanatta çok sömürülen/suistimal edilen bir kavram…

        Geçmişte siyasal ya da toplumsal önderler kültür-sanat-yazın alanına yakınlıkları ölçüsünde yönetim organlarında da başarılı olmuşlardır. Politik gücün sanatın yaratıcı gücü ile birleşmesi kitlelere ulaşmada, onların aydınlanmasında dolayısıyla toplumsal yapıda duyarlılığı, dönüşümü, katılımı, sorumluluğu artırır. Sorumlu birey-sorumlu yurttaş toplulukları, yönetimlerin demokratikleşmesine katkı sunar, kul-köle-cemaat/tarikat-ümmet gibi yapılanmaları/aidiyetleri de sorgulayarak çağdaş insan davranışıyla toplumsal kültür düzeyini de yükseltir ayrıca.

        Yakın geçmişte Sovyet Rusya’nın (SSCB), Polonya’nın, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın, İskandinav Ülkeleri’nin, Romanya, Macaristan, Avusturya gibi ülkelerin değişik sanat disiplinlerinde önemli sanatçı ve sanat yapıtları üretmeleri hiç de rastlantı değildir. Daha önemli ve çarpıcı olan ise dünya egemen sisteminin/emperyalizmin bu ülkelerin tamamına yakınını bölüp parçalaması da yine rastlantı olmayıp dünyayı biçimleme çabasının bir örneğidir diye anımsatmak tam da sırası.

        Öncesinde Fransa ve Almanya’nın, İngiltere’nin reform ve devrimler düzeyinde seslerini yükseltmeleri aydınlanma ve sanatın gücünün de yaşama müdahalesi ile olmuştur. Güney Amerika ve Asya’ya ilişkin de örnekler verilebilir. Çin Kültür Devrimi’ni ve öncesinde Anadolu Kurtuluş ve Cumhuriyet Devrimi’ne bağlı eğitim-kültür-sanat arasız devrimlerini vurgulamak hem Asya’nın gücünü ve hakkını teslim etmek, hem de bugünlere ışık tutup yol göstermesi için zorunlu bir görev diye vurgulamak isterim.

   Sayılan ülke ve coğrafyalarda ve başka ulus/toplumlarda verilebilecek başka örneklerle birlikte aydınlanma, yaşamı güzelleştirme çabasının bir bileşeni olarak düşünülmüş sanat. Çoğu zaman kimi yönetenlerin toplumsal yapıya hükmetme aracı olarak kullanmak/biçimlemek istedikleri “sanat”, buna uygun tutumlarla, düzenlemelerle karşılaşmış. “Sanatçı” ve “kültür insanı” görünümleriyle yöneticilerce el üstünde tutulan kimi şahsiyetler, başta sözünü ettiğimiz “popüler kültür”, “popüler sanatçı ikonu” olarak topluma sunulur. Popülizm ikiyüzlülüğü ile parlatılan bu kültür-sanat sığlığı, halk avcılığı ile bağlı belediyelerin taşörenliği sayesinde eğitim-kültür-sanattan payını alamayan topluma boca edilir/ettirilir.  -Az da olsa kimi olumlu örnekleri (gerçek sanat ve kültür insanlarını) tenzih ederim/ayrı tutarım.-

             Bu aşamada baskılanıp/gölgelenip biçimlemeye çalıştıkları sanat’ın özgünlüğü/yaratıcılığı ve özgürlüğü sorunsalı ortaya çıkar. Her dönemde güncelliğini koruyan sanat ne için yapılır sorusu tazelenir durur. Hemen popüler kültür-sanat bir yerlerden türer/türetilir, desteklenir, öne çıkarılır.

        Oysa;

           Sanat, toplumsal konu ve sorunlara karşı duyarlılık oluşturur!

           Sanat, topluma ayna tutarak eksik ve yanlışların görünmesine katkı sunar!

           Sanat, toplumsal gelişime/dönüşüme yol açar!

           Sanat, sorunların çözümünde estetik öncelik ve yaklaşım taşıdığı için birleştiricidir!

           Sanat/sanatçı/kültür insanı, duygu, tasarım, güzellik anlatımında üstün yaratıcılık taşır!

           Evet bu ve benzer nedenlerle sanat, popüler ve popülist kişi ve anlayışlarla yolculuk yapamıyor. Yoldaşlıksa zaten hiç yapamaz!