Özellikle ekonomik kaygıların ve “kazanç” anlayışının parasal yanıyla tavan yapıp sömürü pervasızlığının sınır tanımadığı dünyamızda, ülkemiz de buna göre biçimlenmekte ne yazık ki. Dünya sömürü ağına eklemlenme, onunla bütünleşme -nasıl olacaksa- “nafile” çırpınışı bütünüyle halkımızı etkilemekte, ezmekte; toplumsal yıkıma sürüklemekte. Bu saptama birilerinin çok küçümsediği öznel bir değerlendirme olmayıp sosyolojik gerçekliği yansıtan nesnel bir saptamadır.

        Oysa ülkemiz yeraltı ve yerüstü varsıllıklarıyla dünyanın çok azında olabilen değerlerle bezeli bir coğrafyaya sahip. Yönetim eğilimleri/yeğleri (tercihleri) ya da kadro yetersizliği ve yanlışları nedeniyle ulusumuz/halkımız hak ettiği ekonomik-sosyal-kültürel-etik düzeyden çok uzakta yaşamakta/yaşatılmakta; daha doğrusu yaşamaya çalışmakta. Ayrıca Anadolu bir uygarlıklar beşiği ve bir “bilgelik tarlası” aynı zamanda.

        Ben, bu yazımda, siyasi eleştiri ve saptamaların ötesinde, bidik/bilinmedik reçetelerin dışında “bilgelik tarlası”na ilişkin görüşlerimi öncelikleyerek yapay gündem sığlığından uzaklaşmaya, daha önemli saydığım “kitabın orta sayfası”ndan söz etmeye çalışacağım.

       Evet “bilge”, “bilgelik” sözcüğünü özellikle yeğliyorum. Bilgi kirliliğinin yanında “bilmiş tavrı”nın öne çıktığı, bilimin çokça küçümsendiği yıllardan geçiyoruz. Ayrıca eğitim-kültür-sanat ve sosyal yaşamda bilim düşmanlığının kimi yöneticilerle desteklenip hızlandırıldığı başka bir gerçeklik. Bu koşullarda Anadolu bilgeliğine uzak durmak, siyaset kurumunun yanında kültür-sanat-yazın dünyasında da yaygınlaştı. “Çağdaş” ya da “modern” tanımlamalara ve önadlara sığınan birçok “aydın”, “entelektüel”, “düşünür” ve kültür-sanat insanı, bir “post modern” anlayışa sürüklenmekte. Anadolu derinliklerinde yatan kültürel-etik değerler ve tümüyle uygarlık birikimi, “eskidi”, “eskide kaldı” söylemiyle küçümsenmekte.

       Sadece Anadolu ile sınırlı olmayan bir insancıl yaklaşım, evrensel hümanizme de bir katkı oluşturmaktaydı. Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan, Nesimi, Nazım gibi onlarca ozan ve düşünür yaşadıkları dönemdeki/toplumdaki çelişkileri, tutarsızlıkları, haksızlık ve eşitsizlikleri sadece Anadolu insanı için değil büyük insanlık için haykırışın, tepkinin, başkaldırının sesi olarak dillendirmekteydiler. Mizahi söylemleriyle, şiirleriyle, yazılı olmayan sözlü ürünleriyle Anadolu’nun dünyaya ve tüm insanlığa sunduğu değerler, yöresel-ulusal olmanın yanında elbette evrenseldir de. Kimi çevrelerin ulusallıkla evrenselliğin çeliştiğini, uyuşamayacağını savlamalarını Anadolu bilgelerinin dışında birçok uluslararası düşünür ve siyaset bilimci-sosyolog defalarca örnekleyip kanıtlamıştır.

       Bu yapay çelişki ve ayrışmaya fazla girmeden “yerli” ve “milli” /ulusal, aynı zamanda evrensel olan, ömrünün en az 15 yılını yurdunda tutsak/hapis yaşayan, kalan yıllarını sürgünlerde geçiren bir dünyalıdan, bir ozandan; Nazım Hikmet’ten, duygu ve düşüncelerini yansıtan şiirlerinden örneklerle ne denli yurtsever/Anadolucu ve o denli de tüm insanlıktan yana evrenselliğinden örneklerle yazımı sürdürmek isterim. Türk insanına ve ülkesine özlemini, sevgisini “Memleketim” şiirinde şöyle betimliyor:

  “ Memleketim memleketim memleketim,

   Ne kasketim kaldı senin ora işi

   Ne yollarını taşımış ayakkabım

   Son mintanı da sırtımda paralandı

  Çoktan

  Şile bezindendi

  Sen şimdi saçımın akında

  ……….”

      Günümüzde piyasacılığın, “kazanma” hırsının/savaşımının, bencilliğin, “liberal” sorumsuzluğun, haksız savaşın ve bütünüyle ekonomik/kültürel emperyalizmin değirmenine su taşıyan “küreselci” merkez ve taşörenlerine de büyük ozanın tepkisi “büyük” olmuştur. “Hiroşimalı Kız Çocuğu” şiirinde toplumcu gerçekçi Nazım, Anadolu’dan haykıran bir dünyalıdır artık;

     “…………/ Hiroşima’da öleli / Oluyor bir on yıl kadar /Yedi yaşımda bir kızım / Büyümez ölü çocuklar / Saçlarım tutuştu önce / Gözlerim yandı kavruldu / Bir avuç kül oluverdim / Külüm havaya savruldu/………/ Çalıyorum kapınızı / Teyze, amca bir imza ver/ Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler.”

        Bir dünya ozanını, bir memleket sevdalısını, toplumcu/siyasal yönü nedeniyle lince kalkan, tutsak eden, yurdundan uzaklaştıran gelenek/anlayış, bugün “günah çıkarma” yarışında!... Pir Sultan haykırırken 15-16. yüzyılda aynı anlayış, kıyım için işbaşında idi!... Başka örnekleri bir yana bırakarak, son günlerin hamaset yüklü duygu sömürü halkalarından biri olan, el-kol-bıyık-sakal-kurt-köpek vb. “sembol” ve biçimselliği, “Amerika’yı yeniden keşfetmek” gibi “yaşamsal” sayıp, öncelikli ve çok önemli, ulusal/uluslararası stratejik değerdeki konuları unutan/unutturan ve siyasi üstünlük yarışına girip, getiri/nema peşinde koşanlara, siyaset tüccarlarına, sözüm ona kültür insanlarına ve “dükalıklar”a yine büyük usta Nazım’ın “Davet” şiiriyle karşılık vermek yerinde olacaktır diye düşünüyorum.

       “Dört nala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim / Bilekler kan içinde dişler kenetli, ayaklar çıplak / ve ipek bir halıya benzeyen toprak / bu cehennem bu cennet bizim/ Kapansın el kapıları bir daha açılmasın, / yok edin insanın insana kulluğunu / bu davet bizim /……../ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine, /bu davet bizim.”

                                                                                                       09 Temmuz 2024

                                                                                                Trabzon

                                                                                 - Yarınlar Güzel Olacak-