Kara propagandanın ve yalan yarışının aldatıcı yüzü yine sahnede. Öteden beri algı oluşturma, egemen siyasetin ve emperyalizmin vazgeçmediği bir yöntem olmuştur. Çok eskiye gitmeye hiç gerek yok. Irak’ta Saddam linç edilip ülkesi parçalanırken karalama ve yalan yarışı Emperyal merkezler tarafından servis edildi. Bizim kimi aklı evvel siyasilerimiz balıklama yeme dalıp, topluma boca ettiler, sahtekarlara ortak oldular.
“Demokrasi”, “özgürlük” nidaları vaaz edildi, bölge ve dünya kamuoyu bir bakıma manipüle edilerek susturuldu. Ülkenin petrol ve diğer gelirleri-değerleri talan edildi, Batıya aktarıldı. Bizim yöneticiler ve yaygın medya da buna gönüllü destek oldu ya da çıkar ilişkisini yeğledi. “Bir koyup üç alma” sözü, talanı desteklemenin siyasi ve askeri desteğinden başka bir şey değildi! Bir bayram havası yaratılarak Saddam karşıtlığı Batı-ABD ve Emperyal “dostluğuna” evrildi. Aynı biçimde Libya’nın Kaddafi’si yerlerde sürüklendi, ülkesi talan edildi, bölündü! Ülkemiz yöneticileri NATO-ABD’nin yanında yer alarak bize yardım eden Libya’nın Kaddafi’sine ve halkına ihanet ettiler!
Daha yakınlarda Filistin/Gazze yakılıp-yıkılıp talanla işgal edilirken İsrail ve ABD’ye gerçek anlamda karşı çıkamayan bir yönetim/anlayış, ulusumuzu/halkımızı mahcup etmiş, suçlu ve ihanet eder bir konuma düşürmüştür. Kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş, başka mazlumlara örnek olmuş bir ulus, yöneticilerin çıkar ilişkisi ve basiretsizliklerinden, öngörü yoksunluklarından ötürü yüzünü kızartmakta, suçlu görülmesine/sayılmasına yol açmakta.
Aslında ABD ve İsrail yetmiş yıldır Filistin, Suriye ve Irak’ta insan katlediyor. Kimi zaman İsrail’in doğrudan saldırılarıyla, kimi zaman ABD’nin kendisi ya da oluşturduğu ayrılıkçı terör örgütleriyle bu kıyımı sürdürmüştür. Bölge halklarının etnik ve dinsel/mezhepsel yapılarını da kullanarak “bağımsızlık” destek ve vaadiyle, büyük silah yığınağıyla terörden savaş aşamasına geçilmesini sağlamıştır. Başından beri amaçlanan Suriye-Irak-İran ve Türkiye topraklarının bir bölümünü kapsayacak Kürdistan/Kuzey İsrail Devleti senaryosudur! İsrail’in Güneyden Kuzeye doğru saldırıyı genişletmesi, terör örgütlerinin, özellikle HTŞ ve müttefikleriyle saldırıya geçmeleri tam bir “üst akıl” zamanlaması ve iradesidir!
Bunun Irak bölümü büyük oranda tamamlanmış, sıra Suriye’ye gelmiştir. Ama asıl vaat edilen bizim topraklarımızdır. Bizim kırk yılı aşan terör örgütü ve yandaşlarıyla savaşım da bu senaryoya göre noktalanacak, Büyük Kürdistan, İran’ın da bir bölümüyle gerçekleşmiş olacaktı. Ne yazık ki Hükümetin Esad ve Suriye ile haksız pazarlığı ve dostça olmayan yaklaşımı ABD’nin başarı şansını artırıyor. Zaten Suriye’nin bir bölümü bu anlamda HTŞ, PYD ve başka adlarla da olsa terör örgütleriyle/ “Muhaliflerce” denetim altına alınmıştır. (Demokratik siyasi savaşımın/mücadelenin iktidar dışı çevreyi ya da ilgili görüş dışındakileri kümelendirmeye yarayan “muhalif” sözcüğü, hiçbir zaman etnik-bölücü ve terör oluşumlarına ad ya da önad olarak kullanılamaz! Bu nedenle yanlı basının ve buna ayak uyduran basın-yayın kuruluşlarının ısrarını kınıyorum ve yanlıştan dönmelerini bekliyorum!)
Türkiye’nin yanlış politikaları giderek, bilerek ya da görememekten kaynaklı Kuzey İsrail/Kürdistan’ın kurulmasına ve genişlemesine hizmet etmekte. Bu senaryonun yanında yine buna hizmet edecek olan “Türkiye’nin himayesinde” kukla Kürdistan projesi kimi yöneticilerimize/siyasetçilerimize cazip gelmekte. Bu da bir başka tuzak, bilinmeli! Gelinen son aşamada Suriye’de yaşananlar daha öncekilerin birebir aynısı olmasa da yeni bir görünümü/versiyonu olarak karşımıza çıkmakta… Beşar Esad’ın ve Suriye Ulusal Yönetimi’nin yıkılması, Suriye’nin bölünüp parçalanması… Kuzey Koridorunun Akdeniz’le buluşmasının sağlanması… Kürdistan projesinin önemli bir ayağının tamamlanması…
Fotoğrafın bütününe/büyüğüne bakıldığında gerçek daha çıplak görülecektir. İran ve Irak yetkilileri kendi ülkelerinin ve Türkiye dahil bölge ülkelerinin güvenliğinin Suriye’nin güvenliği ve toprak bütünlüğünden geçtiğini görmekteler. Oysa Türkiye, çelişkiler ve tutarsızlıklarla doğru adım atmamakta/atamamakta. Öncelikle dostlarını doğru saptayıp, buna uygun siyaset üretememekte. İvedilikle bölgemizdeki ABD-NATO-İSRAİL stratejisinin parçası olmamak gibi bir kararlılık zorunlu. Bu zorunluluğun büyük kamburu ve engeli yine aynı bileşenler. Onlarla dostluk kendi halkına ve bölge ülkelerine hasımlığı öne çıkarıyor. Zorunlu olarak düşmanlığı körüklüyor demek daha doğru sanırım!
Bütün bunları son yılların politik seyrinden, ekonomik ilişkilerinden ve “Batının bir parçasıyız” savından anlıyoruz!
Bütün bunları bölge merkezli, karşılıklı çıkara dayalı dostluk ilişkisi yerine, Emperyal ilişkilerden medet/yarar umma siyasetinden anlıyoruz!
Bütün bunları geçmişte “bir koyup üç alma” siyasetine ve “fetihçiliğe” duyulan özlemden anlıyoruz!
Bütün bunları çelişkili demeç ve açıklamaların yanında, “Şu an itibariyle İdlip, Hama ve Humus, hedef tabi ki Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü şu an itibariyle devam ediyor… Tabii temennimiz kazasız belasız bir şekilde Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin.” diyen sorumsuz açıklamadan anlıyoruz!
Suriye ve Esad yönetiminin yıkılması, muhalif diye adlandırılıp ılımlı bir yapı gibi sunulmaya çalışılan terör örgütü bileşenlerini meşru gösterilmesinden anlıyoruz!
Yüzyılların komşuluğunu, Cumhuriyetin bölge merkezli ittifak ve işbirliği stratejisini, yurtta barış, dünyada barış ilkesini, Emperyal çıkarlar ve “uyum”-“denge” siyasetine kurban ederek düşmanlıklar oluşturup çocuklarına-torunlarına-bütünüyle ülkemize kalıt/miras bırakan bir anlayışa nasıl göz yumulur? Buna “devlet aklı” diyenler, siz hangi devletten ve hangi devletin aklından söz ediyorsunuz? Bu “akıl” ABD devlet aklıdır, ihanete gider; bilmeyenler tarihten ders almayan/alamayanlardır!
Bilgi notu: Bu yazı, HTŞ’nin Şam’a girmediği ve Beşar Esat’ın ülkesini henüz terk etmediği 07 Aralık 2024 Cumartesi günü yazılmıştır! Konuya daha güncel gelişmelerle haftaya devam edeceğiz.
07 Aralık 2024
Trabzon
-Yarınlar Güzel Olacak-