Ülkemiz ve Cumhuriyetimiz giderek büyüyen bir “alt akıntı” ile karşı karşıya. Dahası alt akıntı sayılamayacak denli yer üstünde artık bu ölümcül asit kuyuları ve kolları! “Yasal”, “meşru”, “hukuksal”, “demokratik” görünümleri ve “hakları” ile üstelik. Bu alt akıntının üstünde, bir tiyatro oyunu sandıkları sahnelerde “rol kesen”, “dans eden” egemen siyasi “aktörler”, alt akıntının sahnenin altını da hızla oymakta olduğunu görmek/görebilmek öngörüsünden, ufkundan uzaklar.
        Böyle “ağır” bir girişle yazıya başlamak istemezdim aslında. Umudunu sürekli taze ve diri tutan/tutmaya çalışan bir eğitimci ve cumhuriyet aydını bir devrimci olarak tehlikeyi saptamanın/görmenin yanında dile getirmenin de çok önemli olduğunu bilenlerdenim. Bu sorumlulukla yazımın ve bu tür yazıların, gerçek siyasi kulvarların ve amaçlarının ortaya çıkarılmasının bir çabası olduğu; “umutsuzluk söylemi”, “yılgınlık anlatımı” ile karıştırılmaması gerektiğini öncelikle vurgulamak isterim. Ancak eleştiri hakkının her zaman olabileceğini de eklemeliyim. “Dost acı söyler” i de anımsatırım!
     (…………..)
       Adı konmamış ama “bal gibi ikinci açılım” süreci yaşamaktayız.  Bahçeli’nin ülke gündemini belirlediği “tetikçiliği”, sıcak günlerin sorumsuzluğunu da ateşlemiş oluyordu. Ömrü tıkanan/biten bir sistemin “can simidi” rolü yine kendisine düşmüş olacak ki yeni “görev bilinci” ile davranmakta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Başkan” statüsüyle kalıcı duruma taşımak istemekte. T.C. Anayasasını hiçe sayarak ya da değişiklik yolunu zorlayarak yol almak isteyen çevreleri de bu amaca yönlendirerek bunu sağlayacağını düşünmesi kuşkusuz büyük aymazlık! İç-dış sorunların dayanılmaz olduğu, Cumhuriyetin ve Türk Devrimi’nin beka/gelecek sorunu yaşadığı bir dönemde Makyavelist/çıkarcı bir tutum takınmak, daha büyük tehlikeye yol/alan açmakta.
        Bir yandan kendisine “büyük rakip” gördüğü İmamoğlu ve CHP’yi, elindeki siyasi gücü kullanarak “yasa” ve “hukuk” önünde suçlu göstermeye çalışarak bölmeye, engellemeye, sönümlendirmeye kalkıyor. Öte yandan bunun başarılamaması durumunda asıl büyük kumarını da alanda, “siyasi görüşme” kulislerinde; İmralı’da, Kandil’de, KCK/PKK çadırlarında, Barzanilerle, Talabanilerle ve Avrupa’daki dostlarıyla hızlandırmakta. Deyim yerindeyse kendilerini iktidarda tutacak iki “tezgâh” aynı anda işletilmekte. Anayasamızın ve yasalarımızın, genel hukuk kurallarının çok dışında/üstünde bir “düşünce” ile aslında düşüncesizlikle sürdürüldüğü gözlerden/bilinçlerden uzak tutulmamalı.
       İktidar-Muhalefet/CHP seçim mücadelesi biçimiyle sınırlı sanılan ya da öyle gösterilmek istenen ciddi, gayri ciddi atışma/demeç ve polemiklerden daha önemli, daha yaşamsal bir süreç aslında işletilmekte. Başlı başına büyük ve tarihsel bir sorunun ayakları olan Kandil-İmralı-PKK-Hüdapar-Barzaniler-Talabaniler… ve arkalarındaki asıl güç olan ABD/İSRAİL “komuta merkezi” gölgelenerek ülkemizde “devekuşu siyaseti” sürdürülmekte! Bu stratejiye uygun DEM-İmralı, DEM-Kandil, DEM-Avrupa, DEM-Irak, DEM… “mekik” görüşmeleri hızlandırılıp “çalışma dosyaları” elden ele aktarılırken Cumhurbaşkanı ve Hükümet bu pazarlığın dışında öyle mi? Ya da sıkı bir basket/futbol maçı mı sanıyorlar bu atakları! Cumhuriyetin sınırlarını, bütünlüğünü, bağımsızlığını, temel niteliklerini ve bütün kazanımlarını yok etme sürecinin hızlandırıldığı çok açıkken bu tehlikeli akışın sadece Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim savaşımına indirgemek SİYASİ BİR AYMAZLIKTIR!
       Hele bugünkü hükümeti/Erdoğan’ı desteklediği için Meclise sokulan HÜDAPAR’ın Diyarbakır’da “Kürt Meselesine İnsani Çözüm” başlıklı çalıştayı ve özellikle sonuç bildirgesi, bardağın taştığı, testinin kırıldığı, kılıçların çekildiğinin kanıtı ve tam bir meydan okuma değil mi?  Sonuç Bildirgesinden önce görüşme ve konuşmalarda sıklıkla geçen Atatürk ve Kemalizm düşmanlığına ilişkin atıflar; ulus devlet karşıtlığının sık sık kullanılması, ümmet birlikteliğinin esas alınmasına yönelik sözler, ülke sınırlarının tartışılabileceğine ilişkin göndermeler, komşu ülkelerde yaşayan Kürtlere ilişkin dolaylı çağrılar ve “Kürdistan ümmet coğrafyasının merkezindedir.”  gibi strateji ve asıl amacı gösteren anlatımlar salonda sıklıkla dile getirildi.
       Sonuç Bildirgesi on beş madde. Maddelerinin tamamını değil ama öne çıkan birkaçını buraya almak istiyorum;
            * “İslami değerlere aykırı hiçbir çözüm modeli Kürt halkı nezdinde karşılık bulmayacaktır”,
            *“Kürt Meselesi yüz yıldır çözüm beklemektedir”,
           *“Ulusçu resmî ideolojinin inkâr ve asimilasyon politikaları terk edilmeli”,
* “Şeyh Said gibi Kürt alimlere yapılanlar için devlet adına özür dilenmeli”,
           *”Kürtçe anayasal güvenceye kavuşturulmalı, anadilde eğitimin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır”
* “Kemalist zihniyetin ürünü olan anayasa değiştirilmeli, eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır”
       Sonuç Bildirgesini okuyan herkesin büyük bir anayasal suç işlendiğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkım bildirgesi ve isteği yayınlandığını görmemesi düşünülemez! Kendini Cumhuriyetçi/Atatürkçü/üniter ve ulusal yapının bekçisi, laikliğin direği gören, öyle tanımlayan örgütlenmelerin dahası “sol” / “sosyalist” çevre ve partilerin bırakın ortaklaşa ve güçlü tepki vermelerini/verebilmelerini, yetersiz bir sesle yetinmelerini, açıklanan bildirgeden çok daha tehlikeli kabul etmeli! Diğer yandan Cumhuriyet savcılarının ilgili partinin bu taleplerine karşılık anında kapatma davası açarak, ilgililerin derdest edilmesini sağlamak anayasal bir zorunluluk iken/olmalıyken, “işaret beklentisi” ya da siyasi ikbal/gelecek hesapları içinde olmaları/görünmeleri, suça ortak olmanın ötesinde utanılacak bir “görmedim-duymadım-bilmiyorum” tutarsızlığı sayılmaz mı?
       Son olarak şunu da eklemeliyim; giriş bölümünde bir “alt akıntı” dan söz ederek yazıya başladım. Ancak kimi alt akıntıların çağlayana dönüşen “dip dalgaları” ile yakınlığı dahası aynılığı/bire birliği de vardır; usul usul, sabırla ve sessizce akan, herkesçe duyumsanmayan, ancak gerçekliği de iyi bilinen, kimilerinin çok korktuğu, kimilerinin de sabırla beklediği!... Onun da günü gelince gün yüzüne/yeryüzüne çıkacağı bilinmeli!

                                                                              -Yarınlar Güzel Olacak-