Dünya üzerinde ister aile içerisinde, isterse okulda olsun “eğitimde dayak yasak” diyen on beş ülke var. Bunlar Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsrail gibi ülkelerdir. Aile içi şiddet de dahil olmak üzere “çocukları her türlü şiddete karşı tam olarak koruyan” yasalar çıkardılar. “Türkiye’de de dayak yasak” deriz, ama evde, okulda “eğitim-terbiye-disiplin adına” çocuğumuzu döveriz. Çocuğa fiziksel şiddet uygulayarak “aşağılayan ve onurlarını kıran cezalardan” geri durmayız. Üstelik bunu, onları korumak ve yetiştirmek adına yaptığımızı söyleriz. Ne öğretmeni, ne müdürü, ne de anne ve babayı çocuklara karşı “işledikleri suçlardan ötürü” sorumlu tutarız. Kimi yüksek yargı organlarının şikayet üzerine hala “dayağın eğitim amacı” olabileceği kararını açıklaması, çocuklar için kafa yapımızın ne kadar bozuk, karanlıkta, çağdışı kaldığını gösteriyor.
Eşler için: “Hem döverim, hem severim, kime ne” ya da dayağa alışmış olan kadın: “Kocam değil mi, döver de sever de, sana ne” diyebiliyorsa bu söylemler dayağı, şiddeti normalleştiriyor. Kimi araştırmalar evlerini terk eden kadın ve çocukların büyük bir kısmının şiddetten kaçtıklarını gösteriyor.
“Şiddet niye var” sorusu çok yönlü bir biçimde araştırılmalı, ekonomik ve kültürel nedenler, eğitim yetersizliği-cehalet, otorite kurma, itaate zorlama, psikolojik bozuklukların sonuçları, cinsel istismarlar çok yönlü bir biçimde ortaya konabilmeli… Aile korunacak diye “kırılan kol yen içinde kalmamalı.” (Narin cinayeti, yargının ve yönetimin yüz karasıdır.) Nedenler ve niçinler bilinebilmeli, gerçekler ortaya çıkabilmeli… Bu kadar çok boşanma olayı neden yaşanıyor, bilinsin. Konumuz ŞİDDET! Toplumun tüm katmanlarıyla, insanlarıyla ve devlet yönetimi, kurum ve kuruluşlarıyla bağlantılıdır; görmezden gelinemez.
Türkçeye Arapçadan geçen bir sözcüktür: Sertlik, katılık, zorluk anlamlarındaki "şdd" kökünden gelir. Şiddet, “bir kişi veya gruba yönelik; mağdurun bedensel bütünlüğüne, mallarına veya simgesel ve kültürel değerlerine zarar verecek her türlü davranıştır.” “Bir mala zarar verme, yakma, cinayet, yaralama, dayak, tecavüz, rehin alma gibi kişiye yönelik fiziksel saldırılar şiddettir. Saldırganlık, tehdit, küfür, ayrımcılık, hakaret gibi kişiyi duygusal baskı altına alan bireysel eylemlerin yanı sıra toplumsal koşullar ya da sistem tarafından uygulanan baskılar, savaş, terör ve işgaller şiddet örnekleridir…”
Son günlerde Türkiye’de yaşanan ve hazırlanan kılıflarla suçlu yaratılarak “siyasi yasaklı” ilan edilmek istenen CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu Silivri Ceza ve Tutuk Evine gönderilmiştir. Tutuklamada halkın, işçilerin ve gençliğin kanısı, “hukuki değil, siyasi anlam” taşıdığı yönündedir. Bu bağlamda muhalefetin büyük bir çoğunluğu ve üniversite gençliği “bu davranışı, bu düşünceyi, bu uygulamayı haksız, yersiz, gereksiz bularak karşı çıkıtı ve kabul etmedi.” Ortada suç yoktur, sadece “iddialar, duyumlar” vardır. Yapılanlar aklen ve vicdanen kabul görecek gibi değildir, tamamen hak ihlaline yönelik hareketlerdir.
Protesto bir itirazdır. Karşıt düşünceyi açıklamadır. Bunun için itirazı olanlar düşüncelerini pankartlara yazarak, slogan atarak, anayasal ve demokratik hakları olan yürüyüşlerini gerçekleştiriyorlar. Milyonlarcası bu anlamda son derece onurlu bir biçimde meydanları doldurdular. Elleri, kolları, sesleri ve pankartlarıyla haklılıklarından başka hiçbir güçleri yoktur. Yoktur çünkü kavga etmek, kırıp dökmek, yakıp yıkmak, öldürmek, savaşmak, insanların gözünü yıldırmak, korkutmak, ezmek gibi terörize edilmiş düşünce, inanç ve eylemlerin tamamen dışındadırlar. Salt hükümete karşı itirazlarını seslendirmek istiyorlar.
Dayağa, şiddete, baskı ve yıldırma politikalarına alışmış olan hükümet kendi görüş, düşünce ve inancın dışında, kendi adayından başka hiçbir adaya katlanamadığı için devletin yargıcını savcısını, devletin güvenlik güçlerini itirazı olanların üzerine “teröristmiş” gibi saldırtıyor, coplatıyor, tekmeletiyor, yerlerde sürükletiyor, gözaltına alıyor; dirençlerini kırmak için elinden geleni ardına koymuyor. / Şu anda bir kısmı bırakılmış, geri kalını içeride tutulan bu çocuklar kimlerdir, kimin çocuklarıdır? Hani “geleceğimiz” dediğimiz, “başı dik, alnı açık, onurlu, gururlu” olmalarını istediğimiz bizim çocuklarımız. Ne yapıyoruz onlara? Hiç düşündük mü?
İtaate, boyunlarını bükmeye, otoriteye karşı eğilmeye, el etek öpmeye, kafalarını ezmeye ve en önemlisi de görüş ve düşüncelerini açıklamamaya, bir düşünceleri ve kişilikli olmalarına asla izin vermiyoruz. Çocuğu susturmak, başını ezmek, boynunu eğmek, kişiliksiz ve karaktersiz yetiştirmek ne demektir? Özgürlükten yoksun, dik durmasını beceremeyen, başkaları karşısında el pençe divan duran, kul, köle, ezik ve korkak olmalarını istemek insanlık dışıdır, çocukları, geleceği sevmemektir. Özgür olmaları, kendilerini ifade etmeleri, --istesek de istemesek de- çocuklarımızın en doğal haklarıdır.
Çocuklarımız terörist değildirler. Terörist muamelesini de hak etmiyorlar. Onların elinde pankartları, ağızlarında düşünceleri vardı. Ne TOMA, ne sıkılan su, ne biber gazı onları ilgilendirmiyor… Söylediklerine, düşündüklerine kulak vermek, dinlemek, “ne istediklerini anlamak” gerekir, devletin, hükümetin yapması gerektiği de budur. Onlara bir şey olacak, burunları kanayacak diye ödüm kopuyor! Provoke edilmeye çok müsaitler. Yine de polis, mobese ve telefon kameralarına güveniyorum. / O çocuklar bizimdir. Terörist muamelesiyle gelecekleri kirletilemez, fişlenerek umutları karartılamaz, bir dönem bile olsa eğitim hakları ellerinden alınarak terbiye edilemezler… Sizleri bilmem ama onlar bizim umudumuzdur.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…