Yapılacak her işte bir sıralama ya da öncelik belirlemesi olası başarının ilk koşuludur. Sadece günlük yaşamımızda, işimizde-gücümüzde değil siyasal anlamda da bu sıralamanın/önceliklerin önemi büyüktür. Gündemin çok hızlı gelişip değiştiği, sorunların çok büyük boyutlara ulaştığı ülkemizde siyasal savaşımın da iyiden iyiye hızlandığı bir dönemden geçmekteyiz. İktidar/Erdoğan ve “öncü güçleri”, CHP merkezli muhalefeti belirli bir siyasi iklimin içine çekerek kendi ömürlerini uzatmanın düzlemini oluşturmaya çalışmakta.
          Öte yandan bu iktidardan kurtulmak ve Cumhuriyetin ayarlarına yeniden dönmek için CHP’nin de içinde doğal olarak yer alması gerekecek bir hareketin-söylemin-izlencenin oluşturulması savsaklanmakta. Kitle duyarlılığın hızla yükselmeye başladığı son süreçte, sadece CHP’nin değil bütün toplumsal sorumluluk duyan parti ve kuruluşların, tek tek bireylerin önceliği doğru önderliğin oluşturulmasının hemen yanında doğru izlencenin/programın da oluşturulmasına katkı vermek olmalıdır.
           Polemiklerle/ağız dalaşı ile gerçek siyasi savaşımın iç içe geçtiği son günlerde, “havanda su dövmenin” siyaset sanıldığı ya da bağırıp-çağırmanın ve “efelenmenin” öne çıktığı bir gösteri alanı, “siyasi gücün” ve “doğru” çizginin merkezi sayılmakta. İktidarın ve her düzeyde temsilci ve sözcülerinin yaptığı akıl almaz çıkış ve suçlamalar, karşıt güçlerin savunma refleksiyle patinaja düşmesine yol açıyor. Özellikle bu nedenle öncelikler ve çelişmeler kurmaylarca belirlenmeli. Biriken öfkenin yanına siyasi izlenceyi, ilkeleri koymak, sonraya bırakmamak önemli sayılmalı. Yine duygu ve hamaset önceliği ile sonuca varma telaşı, beraberinde “hata” “yanlış” olasılığını yükseltmekte. Karmaşaya ve dağınıklığa yol açmamak, biriktirilen enerjinin/gücün boşa gitmemesi ve odaklanılması gereken amaca varmanın yöntemi bu “öncelikler sorunu” ile “ara hedefleri belirleme” konusunu doğru ve yerinde saptamak çok önemli görülmeli.
        Karşı duruşun, iktidara tepkinin, öfkenin, siyasi yaklaşımların dışında da nedenleri var. Genel muhalif duruşun, tutumun ötesinde bir durum. Örneğin aşırı kibir, kin güden bir biçem/üslup, tüm halkı kucaklama derdi olmayan bir yönetim anlayışı, kendi destekçileri ve bunların oluşturduğu küçüklü-büyüklü gettolarla ya da yasal/hukuksal/kurumsal dayanağı olmayan merdiven altı denilebilecek yapılanmalarla “iş yürütmek”; neredeyse tümüyle halkı “çileden çıkaran” büyük bir paralel yapı, bir piramit; devletle örtüşen! Bu “uyum” geniş halk yığınlarını ilgilendirmeyen, onların çıkarlarını/hukukunu dert etmeyen, korumayan ancak feodal yapılanmaya dayalı ilişkilerle ayakta tutulan bir örgütlenmedir aynı zamanda; ekonomiden başlayarak kültürel ve sosyal alana dek yayılan!
         İzlenceyi gölgeleyen, önemsemeyen ve suyu bulandıran bir diğer gelişme sadece Erdoğan karşıtlığına indirgenen bir “muhalif” çizgi. Bugünkü Erdoğan’ı ve AKP yönetimini “günah çıkarma” yarışıyla eleştiren çoğu AKP kurucusu eski “kurmay heyet”, AKP’nin kuruluş savlarına/iddialarına dönmesi gerektiğini ileri sürerek eleştirmekteler. Yani esas olarak bu partinin ve Erdoğan’ın doğru bir “proje” olduğunu da itiraf etmekteler. Böylesi ihtiraslı, Cumhuriyet karşıtı ve Devrim düşmanı -ki altılı masa örneği ortada- “muhalif” görünümlü temsilciler, küçük değişikliklerle ve elde edecekleri mevzilerle CHP öncülüğünü sınırlı destekle oyalayıp Cumhuriyetin tekrar rayına oturtulması izlencesini gölgeleyecektir.  Bu partilerin/çevrelerin Erdoğan karşıtlığından yararlanmaya/nemalanmaya çalışması, olası Cumhuriyetçi/Atatürkçü yapılanma ve Devrim yıllarının politikalarına -halkçı/kamucu/laik/aydınlanmacı/devrimci…- dönülmesine dolaylı yollardan engel olması başlı başına bir tehlike! İlke ve izlenceden yoksun ya da bütün bunları sonraya bırakan anlayış kendi içinde “siyasi düşmanını” da besler aynı zamanda. Kitle hareketlerinin ve toplumsal öfkenin doğru önderlikle biçimlenememesi, stratejik önderlik eksikliği ve yine izlence belirsizliği/bulanıklığı hareketin sönümlenmesine, başıbozukluğa, fırsatın kaçırılıp değerlendirilememesine yol açabilir.
       Bir başka yöne de dikkat çekmekte yarar var. Cumhuriyet Devrimi büyük bir kararlılığın/iradenin pratiğiydi aynı zamanda. Bir yönüyle Devrim’e karşı çıkan önderliklere diz çöktürürken, geniş halk yığınlarını da arasız devrimlerle, aydınlanma seferberliğiyle yanına alıyordu. Üstelik İstanbul hükümetinin ve halifeliğin kendisi ve artıklarının idam fermanına karşın! Üstüne üstlük İngiliz-Fransız-İtalyan ve bütün yedi düvele karşın!
       Mustafa Kemal, Anadolu İhtilali ile mazlum uluslara da örnek olup yol gösterirken dönemin emperyal merkezlerini de karşısına alarak meydan okudu. Bu nedenle “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözü aynı zamanda bir izlencenin/programın da adıdır. “Bağımsız Türkiye’den yanayız” ve “ABD/NATO/BÜRÜKSEL bağlaşıklığı/ittifakı sorgulanmalıdır” savı da aynı düzeyde ciddi bir sorunsal/konu olarak görülmelidir.
       Bu bağlamda derin açmazlara sürüklenen ülkemizin “rejim” sorununu, sadece Erdoğan’ın gönderilmesin indirgeyerek kişiselleştiren ve Cumhuriyet Devrimi bakışından/perspektifinden oldukça uzaklaşan “Sosyal Demokratlara” ve hala Anadolu Devrimi’ni küçümseme aymazlığı içinde olan kimi “Sol” ve “Sosyalist” partilere, örgütlenmelere sözümüzün saklı olduğunu da belirtmeliyim.
                                                                         -Yarınlar Güzel Olacak-