Ünlü halk ozanımız Neşet Ertaş ’’kadınlar insandır, biz erkekler ise insanoğlu’’ diyerek salt gerçeği ifade etmesinin yanı sıra kadın olmadan erkeğin eksik kalacağını da hatırlatmıştır. Bu hatırlatma bile bir varlığın değerini göstermez mi? Bazı kelimeler vardır öylesine boşluk doldurur, bazı kelimeler ise sayfalara bedeldir. Şu sözcükleri gözünüz kapalı bir dakika düşünür müsünüz? Annem, ablam, kız kardeşim, karım, teyzem, halam gibi…
Atatürk İzmir’de 1923 yılında yaptığı bir konuşmada ‘’Şuna inanmak lazımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir’’ demişti. Bence de bir milletin çağdaşlık seviyesini kadının ulaştığı mertebe belirlemektedir.
Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasında kadınların en az erkekler kadar korkusuzca görev aldığını, binlerce kadınımızın bazen cephede bilfiil çarpışırken bazen de kağnısıyla cepheye silah taşıdığını bilmeyenimiz yoktur.
‘’Saçı uzun aklı kısa, eksik etek, kocanın vurduğu yerde gül biter, kadına sır verene tellal gerekmez, tarlayı düz al kadını kız al’’ gibi sözlerle aşağılanan Türk kadını, bütün bu tanımlara inat, eşit hakları birçok Avrupa ülkesinden önce 17 Şubat 1926 günü kabul edilen Medeni Kanun sayesinde kazanmışlardır.
Önceleri tabii olduğu Mecelle hukukunda; evlilik için dinsel tören yeterliydi, boşanma erkeğe tanınmış bir haktı ve kadın "boş ol’’ sözüyle kapı dışarı edilebiliyordu.
Mustafa Kemal; fıtrattan (yaradılıştan) gelen bir eşitliği değil, hukuk karşısındaki eşitliği savunmuş, bunu da sağlamıştır. Ve 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları da 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanınırken İtalya 1946, İsviçre 1971 yılında bu hakkı kazanabilmiştir.
Kadınlarla birlikte büyük mücadeleyle kurulan Cumhuriyet, kadınların her alanda yer alması için gerekli düzenlemeleri yapmış ve uygulamaya koymuştur.
Kadınların; gemi kaptanı, çarkçılık ve maden ocakları hariç olmak üzere çalışmasını özendiren kanun çıkarılmış ve Osmanlıda kamuda görülmeyen kadınlar yasa ile korunarak çalışma hayatına katılmışlardır.
Hz. Musa’dan 800 yıl sonra, Yahudi rahiplerin başı olan Ezra, Tevrat’ı yeniden yazarken o zamana kadar hem eril hem de dişil yanlarıyla kabul edilen Tanrı’yı eril olarak yorumlamıştır. ‘’Havva Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır’’ diye yazarak kadınların ikinci sınıf varlık durumuna düşmelerine neden olmuştur.
Bunun gibi iddialar sonucunda Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te kadın ikinci plana itilmiştir. Ve bu ikincil durum halen süregelmektedir.
Bir şeyi kaybetmeden değeri bilinmeli ve sahip çıkılmalıdır yoksa kazanılan hakları geri almak o kadar kolay olmayabilir. Çevre ülkelerin vatandaşları Atatürk Türkiye’sine özlemle ve kıskançlıkla bakmaktadır. Trabzon’da 2017 Referandum çalışmalarında bulunduğum esnada Meydanda bir İranlı’ya görüşünü sorduğumda tek söz söylemişti. ‘’Cumhuriyetinizin kıymetini kaybetmeden bilin!’’
Kadına ve çocuğa şiddet, tacizler, cinayetler, cinsel istismar ve sapkınlıkları yapanlar için yasal mevzuat düzenlenerek bu sapkınların en ağır şekilde cezalar almaları sağlanmalıdır.
Narin’lerimize, Şirin’lerimize, Rojin’lerimize yapılan katliamları önlemek maksadıyla bu tür caniler için idam cezası uygulanmalıdır. Yine de, Narin davasında anne, ağabey ve amca denen yaratıklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi bir nebze de olsa vicdanları rahatlatmıştır.
Kadınları toplum hayatına kazandıran Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Annesi Zübeyde hanımı ve de Annem Sebahat (Eyüboğlu) Özgür’ü özlemle anıyor, 2025 yılının sağlık, barış, huzur ve mutluluk getirmesini diliyorum.
İranlı’nın sözü aklımızda kalsın, olur mu? Neydi?