Hak ve hürriyet konusu özellikle ortak yaşam alanında uzun yıllardır tartışılan bir konudur, kimin hakkı nereye kadar konusunda farklı düşünceler vardır.
Türkiye dâhil pek çok ülkede Anayasa yazılıdır, İngiltere’de ise yazılı değildir, burada yüzlerce yıllık gelenek, yasalar, belgeler geçerlidir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerir. Yani kısaca, temel hak ve hürriyetler, ödev ve sorumluluklarla at başı gider.
Sınırsız özgürlük olamayacağı gibi hak ve hürriyetler özlerine dokunmadan yine kanunlarla sınırlanabilir. Özgürlük olmadan, kültürde ve düşünce yapısında gelişme olmayacağı bir gerçektir.
Aynı zamanda ödev ve sorumluluklar sosyal ilişki kurmada da çok önemli bir faktördür. Bu görev ve sorumluluklar çok iyi analiz edilerek gereği yapılmalıdır.
Öncelikli olarak sevgi, saygı ve duygudaşlığa dayanan bir uygulama esas alınmalıdır. Yani sınırlama mutlaka olmalıdır. “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter” anlayışı ahlaki bir duruştur. Özgürlük başkalarına zarar verme sınırına kadardır.
Sınırı aşması halinde otorite mutlaka müdahil olmalıdır. Bu müdahil olma hali de istismar edilerek baskı aracı olarak kullanılmamalı, düzen kurulma olarak algılanmalı ve tabii ki müdahale insani yapılmalıdır.  
Herkesin istediği her şeyi yaptığı bir toplumu bir an gözünüzün önüne getiriniz. Tam bir kargaşa olur.  Bu yüzden anayasada yazılı olmayan durumlarda görgü kuralları devreye girmelidir.
Otorite, ikilemde kalan, çözülemeyen sorun bırakmamalıdır. Sorunlar çözümlenmek içindir, ortada kalmamalıdır. ‘’En kötü karar kararsızlıktan evladır’’ sözünden hareketle, otorite, sorunu çözme azmini göstermelidir.
Herkesin birbirine saygı duyduğu yerlerde zaten otoritenin de işi kolaylaşır ve refah seviyesi de artar. O halde insanlar nasıl olmalıdır veya refah seviyesi artarak mutlu toplum nasıl olunur?
Cevabı; medeni kurallar bütününe uymak ve uydurmakla olur. Bu medeni kurallar özellikle ailede başlayarak okullarda idame ettirilmelidir. Bazıları şunlardır bence:
Birbirlerine sabahları Günaydın der, gülümsemesini, selam vermesini, hal hatır sormasını birbirinden esirgemez, sahtelikten kaçınır ve doğal olur,
Gürültü yapmaz, kalabalık yerlerde bağıra çağıra konuşmaz, küfür etmez,
Trafikte yol vermesini, uyanık olduğunu sanarak emniyet şeridini kullanmamasını bilir ve uygular,
Yerlere tükürmez, yerlere herhangi bir şey atmaz,
Sırada sabırla bekler, akıllı olduğunu sanarak önlere kaynamaya çalışmaz,
Hayvanlara kötü davranmaz, eziyet etmez, çocuğuna oyuncak olarak canlı hayvan satın almaz,
Karşılıklı konuşmalarda muhatabın fikrine katılmadığında ‘’hayır, öyle değil, yanlış söylüyorsun’ ’yerine ‘’ben aynı kanaatte değilim, ben katılamıyorum’ ’şeklinde nazik ifadeler kullanır ve her şeyi ben bilirim havasında olmaz, konuşmak kadar dinlemesini de bilir, üslubunun kendi kimliği olduğunu unutmaz,
Tartışmalarda, kendi görüşünü açıklar ancak kabul ettirme için kabalaşmaz, gerilmez, sinirlenmez,
Yöneticiler daha sakin, kucaklayıcı, sevecen ve her davranışı ile örnek olurlar,
Dedikodu yapmaz, gazete, dergi ve kitap okur, hakkında söylenenleri dikkate alır,
Saygı ve sevgiyi davranış biçimi olarak kabul eder, büyüklere saygılı davranır, küçüklere örnek olur, kimlik sorgulaması asla yapmaz (din, etnik, mezhep, meslek vb. üzerinden),
Zor koşullarda olanlara başkalarına hissettirmeden yardım eder, sağ elin verdiğini sol el görmez,
Toplu taşıma aracına bindiğinde telefonla konuşmaz, çok gerekli ise hayat hikâyesini anlatmaz ve kısa konuşur. Canım, hayatım, aşkım gibi duygu yüklü sözcükleri gündelik konuşmalarda diline pelesenk ederek(yerli yersiz tekrarlamak) değersizleştirmez.
Millet aç, bunlarla mı toplumun refah seviyesi artacak diyenler olabilir. Haklılar, tabii ki, sosyal adalet ve adil paylaşımın mutlak sağlanması gerekliliğinden hareketle bütün bunları hayal ederek yazdım.
Çünkü bu davranışlar da medeniyetin mihenk taşlarındandır.