Her iktidar değişiminde “cumhuriyet” tartışılıyor. Kimi siyasi partiler, kısır düşünceleri içinde “laikliği” dillerine dolayarak kafaları bulandırıyor. Siyaset, sanki görevlerini yerine getirmiş gibi ilkesizlikleriyle “anayasayı” değiştirmeye kalkıyor. “Hukukun üstünlüğü”, “Türkiye bir hukuk devletidir”, “yargıya saygı duyulmalıdır” gibi düşünceleri söyleyenler yargıyı tanımıyor, kararlarına uymuyor. Her “yargı” sözcüğünün ardından “acaba, var mı, doğru mu” sorusu akla geliyor. Mahkemeler, yargıçlar, savcılar, insan kafasında kuşkulu, inanılır ve güvenilir olmayan kurumlar ve kişiler olarak anlam kazanmaya başlıyor. Hele Ekrem İmamoğlu’na isnat edilen suçun uydurukluğu, gizli ve gizlenmiş tanıkların ifadelerine göre tamamen iftiraya ve siyasi hayatını bitirmeye yönelik olduğunu gösteriyor.

Bir kere denenmiş ve sonu hiç de düşünüldüğü gibi gelmemiş “çözüm süreci”, temcit pilavı gibi ısıtılarak, yapılmak istenen bir “anayasa değişikliği için” yeniden gündeme taşınıyor. Oysa değiştirilmiş, oylanmış ve kabul görmüş bir anayasanın zaten %80’i yeni. İktidar, gücünün yarattığı sarhoşluğun ve ihtirasın tutkusuyla makam ve koltuk bırakılmıyor. “Değiştirilmek istenen mevcut anayasa” belli oranda milletvekili sayısına ulaşılamayınca yapılamıyor. DEM Partinin vekil desteği alınırsa iktidar, “belki satın alınacak diğer vekillerle” “anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa” ulaşılabilir. Bunun için de, ağırlaştırılmış müebbede çarptırılmış PKK liderinin “salıverilmesi” umuduyla DEM kandırılıp oyları alınabilir ve anayasa değiştirilebilir mi? Göreceğiz.

CHP Cumhurbaşkanı adayını seçti. İmamoğlu halk tarafından sevilen, sayılan, inanılan, güvenilen, umut olan ve değer gören biri. Erdoğan’a karşı girdiği dört seçimi de kazandı. Cumhurbaşkanlığı seçimini de açık ara farkla kazanacağı görülüyor. Bunun için Erdoğan, kendini rakipsiz kılmak için İmamoğlu’nu, isnat edilen suçlarla yargıyı kullanıp içeride tutarak yolunu temizlemek istiyor. Dünya alem biliyor ki Ekrem İmamoğlu masumdur. Ama yargı Erdoğan’ın isteğine “hayır” diyecek güçte değildir. Nasıl Demirtaş, Kavala ve Can Atalay içeride tutuluyorsa, Ümit Özdağ ve Ekrem İmamoğlu da seçime kadar-tabi yapılırsa-içeride tutulacaktır. Devletin, milletin beka sorunu yoktur, ama onların beka sorunu vardır.

Bu zamana kadar “yargı bağımsızdır” dediler, “Rahip Brunson’u Amerika’nın direktifiyle” tutukluluğuna son verip gönderdiler. Merkel istedi, Alman gazeteci de gitti. “Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü” hiç dikkate alınmadı. Bir ülkede “ahmak” sözcüğü, iki yıl, yedi ay, on beş gün ceza alıyorsa orada adalet yoktur; orada yargı, yargıç, orada savcı yoktur. Yargının kararları vicdanı acıtıyor, yüreği yaralıyorsa ve şüpheye düşürüyorsa cumhuriyet bir hukuk devleti olmaktan çıktı demektir. Bir din adamı bir siyasetçi gibi halkına küfür, hakaret ve aşağılayıcı sözler söylüyorsa orada laiklik kalmadı demektir.

Bir kararla bir parti lideri içeri atılıyor ve iki buçuk aydır “iddianamesi hazırlanmıyor” ve yargı önüne çıkarılmıyorsa, bekletiliyorsa bu karar ve bu yargı tartışılır. Üst yargı kurumlarında “hak mahrumiyeti” kararı çıkıyor ve gereği yerine getirilerek Anayasa Mahkemesi Kararı uygulanmıyorsa, orada adaletten ve hukukun üstünlüğünden söz edilemez.

Harp Okulu Mezuniyet Töreninde teğmenler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ünlemeleriyle bir geleneği yerine getiriyor, sevinçlerini yaşıyor ve sekiz gün sonra, kulağına kim ne fısıldadı ise bilinmez, Cumhurbaşkanı, “üç beş kendini bilmez ordudan temizlenmelidir” açıklaması ve “disiplinsizlik” suçlamasıyla ordudan ihraç ediliyorlar. Bu uygulama halk arasında büyük bir öfkelenmeye neden oldu. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek suç sayıldı.

Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması çok büyük yankı uyandırdı, halk, üniversite gençliği, işçiler ve sanatçılar günlerce hükümeti protesto ederek sokakları, meydanları milyonlarla doldurdu, adayına sahip çıktı. Demokratik hakkını kullanırken polis tarafından coplandı, tekmelendi, orantısız güç kullanılarak “biber gazı sağanağına” tutuldu. Kırma, dökme, saldırma, yakma gibi terörist eylemlerden uzak olmalarına rağmen halk, öğrenciler, sanatçılar terörist muamelesi gördü, “anayasal hak arama, protesto” eylemleri bizzat güvenlik güçlerince sabote edildi. Kurulan çelik bariyerler aşılırken halktan ve gençlerden pek çok insan yaralandı, tekmelendi, yerlerde sürütülerek darp edildi. Devletin güçleri masum halkına ve öğrencilerine terörist muamelesi yaptı, üç yüz bir öğrenci tutuklandı, gözdağı vermek için bayramda dahi anne, baba ve kardeşleriyle bayramlaşmalarına izin verilmedi.

O kadar gözü karalık yapıldı ki konuyu izleyen gazeteci ve televizyon muhabirleri gözaltına alınarak tutuklandılar. Halkın “haber alma ve haberdar edilme hakkı” elinden alındı. Basın yayın özgürlüğü ortadan kaldırıldı, RTÜK aracılığı ile sıkı bir sansür uygulanarak gazetelere ve televizyonlara ekran karartma ve para cezaları yağdırıldı.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla ekonomik dengeler altüst oldu, borsa çöktü, döviz ve altın tavan yaptı, ilk üç günde 25 milyar dolar satılarak Merkez Bankası tüm birikimlerini harcadı, hükümet bayram ikramiyesinden arda kalan bin lirayı dahi ödeyemedi. Enflasyon, hayat pahalılığı milletin belini bükerken, ekonomik dengelerin ayakta durabilmesi için hükümet nedense kararlarında, vereceği güvende azami hassasiyeti göstermedi. Her zaman olduğu gibi olan halka oldu, fatura yine artan fiyatlar, zamlar ve enflasyonla halka çıktı.

Bu ülkede zamansız ve yanlış kararlar alınıyor, uygulanıyor ve bu kararlardan çok acı sonuçlar çıkmasından korkuluyor. Umarım bu millet ve devlet zarar görmez ve kimsenin burnu kanamaz.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…