Aralık ayının 23’ünde utanç duyduğumuz, üzüldüğümüz ve hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz vahşi bir olayın 94’üncü yılını idrak ettik. İzmir’in Menemen ilçesinde Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve ona yardıma koşan Bekçiler Hasan ve Şevki’nin şeriat isteyen azgın küçük bir grup tarafından vahşice katledilişinin yaşandığı kara bir gün, 23 Aralık 1930 günü…
O gün; Manisa’dan Menemen’e gelen sarıklı ve cüppeli birkaç kişi toplumun bir bölümünü kışkırtarak çoğalır ve eyleme başlarlar. Bu şeriatçı güruhu bastırmaya gelen Asteğmen Kubilay komutasındaki askerler manevra mermisi ile korkutmak için ateş açarlarsa da hakiki mermi olmadığından etki etmez, bu olayı elebaşı Derviş Mehmet fırsat bilir ve ‘’bana kurşun işlemiyor’’ diyerek toplumu galeyana getirir.
Bu kargaşada Kubilay yaralanır ve yakalandıktan sonra başı Derviş Mehmet tarafından kesilir. Bekçiler Hasan ve Şevki şehit edildikten sonra yeni askeri birlik gelir ve çıkan çatışmada Derviş Mehmet’in de dâhil olduğu birkaç kişi ölür.
Mustafa Kemal Paşa bu olay üzerine derin üzüntü duyduğunu ifade eder ve Mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise olduğunu belirtir.
İsyana katılanlar idam edilir veya ağır hapis cezasına çarptırılır. Vatansever Şehit Asteğmen Kubilay kanlı elbiseleriyle gömülür, kanlı şapkası ise sergilenmek üzere Etnografya müzesine teslim edilir.
Kubilay olayından çıkarılacak ders; kanla ve irfanla kurduğumuz cumhuriyete ve onun kazanımlarına demir bileklerimizle sımsıkı sarılmak, sahiplenmek ve her ne pahasına olursa olsun koruyup kollamak ve uğrunda ölümü göze almaktır.
Menemen’deki Kubilay Anıtının önünde şu yazar: İnandılar, dövüştüler, öldüler… Ölümü göze alamayanlardan millet olmaz.
Ders alınsaydı 23 Aralığın benzeri 15 Temmuz olur muydu? 1930’dan 2016’ya kadar hala Cumhuriyete karşı deneme sürüyorsa yanlış giden bir şeyler olduğu aşikârdır.
Atatürk’ün ifade ettiği üzere “Din bir vicdan meselesidir” ve siyasete alet edilmemesi gerekliliğinden hareketle laik, demokratik, hukuk devleti ilkelerine koşulsuz bağlanmalıdır.
Aksi takdirde emperyalistler; Derviş Mehmet’ler, Şeyh Sait’ler, Fetullah Gülen’ler vasıtasıyla denemelere devam edeceklerdir. Çözüm Atatürk’ün hedef koyduğu çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmaktır, bu hedefi yakalamak çalışmak, bilime dayalı eğitim ve laik toplum yapısındadır.
Dünyanın gıpta ile bakarak kıskandığı Türk Ordusunun ayarlarıyla oynamaya çalışanlar, toplumun değerlerini de bozarak seriyi devam ettirmek istemektedir.
Televizyonların gündüz kuşağında; kadınları birbirine kırdıran, kadını aşağılayan, aile kavramını sıradanlaştırarak hedef alan programlar sunan kanalların, güçlü Türk aile yapısını hedef aldığı açıktır.
Ancak;  bunu önlemekle görevli olan yetkililer, ya bu işin piyonular ya da bizzat planlayıcısı, tetikçisidirler.
Bu yozlaşmayı göremeyen kör yetkililerin Gazeteci Özlem Gürses’in dil sürçmesiyle söylediklerinden, Türk Silahlı Kuvvetleri ile IŞİD’i bir araya konulmuş gibi bir anlam çıkarmaları abesle iştigal etmektir.
Kaldı ki, dedesinin dedesi Çanakkale şehidi ve albay torunu olan Gürses, devletini ve ülkesini seven, cumhuriyetçi, Atatürkçü bir aile kültürü ile büyümüştür.
Emperyalistlerin Sevr Projesi dört koldan uygulanmak istenmektedir. Bunun için güçlü Türk Ordusunun zayıflatılmasına ve toplumun değer yargıları ile oynanarak birbirine olan bağlılığın zedelenmesine çalışılmaktadır.
Mürteciler ve destekçileri 23 Aralık’ta başaramadılar, 15 Temmuz’da başaramadılar, ancak rüyaları hiç bitmemektedir.
Onların rüyaları hiç bitmeyecek ama biz onların rüyalarını, Atatürk ve kazanımlarına ve öğretisine sarıldığımız müddetçe, her defasında hep kan ter içerisinde hoplayarak uyandıkları kâbusa dönüştüreceğiz.