Kimi ekonomistler, “ülkelerin iktisadiyatını tencere belirler” diyor. Bu, gelişmiş, birey olabilmiş insanlardan oluşan, “emeği ve ekmeği” hak ve namus bilip yaşamanın temeli sayan, hakkı, hukuku, özgürlükleri OLMAZSA OLMAZ gören toplumlar için geçerli bir ölçüttür. Onların hayattan beklentileri, istekleri, arzuları, düşlediği güzellikleri var. İçinde yaşadıkları toplumun erişebileceği bir yaşam sıtandardı, bir refah düzeyi var. Eğitimde, sağlıkta, üretimde ve tüketimde her zorlandığında devletlerini yanlarında görmek isteği var.
Yıllardan beri ekonomik sorunları giderek büyüyen Türkiye’de, enflasyon, yüksek faiz ve fahiş fiyat gibi kıronikleşen olaylar, yurttaşı ezdi, kırdı, döktü, nefessiz bıraktı. Zamlar akaryakıtta, doğalgazda, eletirikte, kirada, gıdada ve yüksek kurun yarattığı zorluklarda, “geçim sıkıntısını” çekilmez duruma getirdi. Her seçimde “bıçak kemiğe dayandı. İktidar bu hak tanımaz, savurganlık ve pahalılık karşısında tutunamaz, yerini mutlaka bir partiye ya da ittifaka bırakır” diye düşünülürken, her defasında gücünü koruyup yeniden seçilebildi. Bu demokratik oyunda akla, mantığa, bilgiye ters düşen, uyuşmayan bir şeyler var.
Onun için bu ülkede bıçak kemiğe dayanmaz. Bu ülkede tencere ekonomiyi belirlemez.
Adamlar tencerede “yemek” diye taş pişiriyorlar ve bunu “yemek” diye kabul ettirebiliyorlar. Her defasında “erkek deveye dişi deve” diyecek milyonları bulabiliyorlar. Maharet, beceri ve başarı burada. Mutfakta tencerelerine “çok şükür, Allah razı olsun” koyuyorlar. Yalandan da olsa “ben sana her türlü yardımı yapıyorum” a inananlardan büyük bir topluluk oluşturuyorlar. Hiç kimsenin itirazı yok. Tekke, tarikat, cemaat, vakıf ve camilerle onları kendilerine çok rahat bağlayabiliyorlar. Ortak çıkarlar etrafında “al gülüm, ver gülüm” idare ediyorlar. Karşısındakiler ilkesiz, dağınık, ne yapacaklarını bilmez biçimde “seçim kazanmaya çalışıyorlar.” “Gelişmiş parlamenter sistem-demokrasi, Atatürk ve Cumhuriyet, hukukun üstünlüğü, yargı, adalet” gibi ödünsüz düşünce ve inançları, ortak bileşenleri yok…
Hiçbir itirazı olmayan insanlar emek ve yemek konusunda, günlük kalori hesabı yapıp bir talepte bulunmuyorlar. Başkaları, efendileri için çalışıyor ve üretiyorlar. İnsanca yaşamak için bir istekleri, bir arzuları yok. Efendilerinin sofrasında her türlü zenginlik, debdebe, şaşaa, israf var. Kendi masalarında çoğu zaman bir lokma ekmek, bir kuru soğan, birkaç tane zeytin ve bir bardak su da yok. Peynir, tereyağı, bal, Kabe hurması, manda yoğurdu, ejder suyu, zaten hiç uğramaz. Kimileri de çöpten, çöplükten ve çöp konteynırlarından yiyecek, giyecek ve ekmek toplarlar, “şükrederler”. Kalkar oylarını iktidar partisine verirler. Böyle bir toplumda bıçak kemiğe dayanır da bu toplum Arjantin olur mu? Kimi yer, kimi bakar, üzerine ölü toprağı atılmış bu toplumda kıyamet “ondan kopmaz.”
Hükümet 22 yılda 8 imar affı çıkardı. Dokuzuncusu yolda iken deprem oldu. Yıkılan binaların %90’ı imar affından yararlanıp kullanıma açılanlardı. Hiç kimseden hesap sorulmadı. Çünkü ortada sorumlu yok! Can verenlerin, binası yıkılanların, kayıp çocukların, kadınların, eşlerin yakınları yargı önünde muhatap bulamıyorlar. “Devlet, hak, hukuk, adalet nerede” diye boşuna soruyorlar. Kimden yanıt alınacak? Toplumda böyle bir “talep” de yok! Her işlerini Allah’a bırakmışlar. Hak arayıp asi olmuyorlar. Sonra da oylar iktidar partisine…
“Veren el, alan elden üstündür”, “bir sadaka, bin belayı def eder” derler ama “veren eli de gösterirler” “alanı da göstererek ezerler.” Milleti çalışmaya, işe güce değil, dilenciliğe yönlendirirler. İşsiz bırakırlar. Muhtacında olacaklar; yoksulu koruyup kurtaracak, oy deposu olarak kullanacaklar. İnsanlar güçlenirse, muhtaç olmaz, kendi eliyle kendi başlarını kaşıyacak duruma gelirler, onların yardımlarına, fitre, sadak ve zekatlarına ihtiyaç duymazlar, oy vermezler. Sosyal devlet yurttaşını muhtaç bırakmaz, kula kulluk ettirmez. Sosyal devlet adaletle aldığı vergilerden insanını rahat, refah ve huzur içinde yaşatır, fitreye, sakaya muhtaç etmez. Bu yüzden onlar “sosyal, demokratik ve laik cumhuriyete düşmandırlar.”
Sözüm ona zekat verirler, çok dindarlarmış gibi verdirmeye çalışırlar. Kötü kaynana olurlar, kendi altınlarının değil, zorla, kavga ile gelinlerinin altınlarının zekatını verdirirler. Zengin de servetine tartıdan, ölçüden, fahiş fiyat ve hırsızlıklardan bulaşmış haramlardan arındırmak için, devletten vergi kaçırır, fakir-fukaraya malının kırkta birini değil, binde birini bile dağıtmaz, ama müftüler eşliğinde zekat vermiş gibi vicdanlarını(?) temizlerler. Ramazan kolileri, Cuma kolileriyle kirlenen ekmeğini yenecek duruma getirmeye çalışırlar. Birkaç çocuk okutur, işçiye ev yapar, vergiden düşer, daha çok para kazanırlar. Hacı hoca, müftü ile gezer tozar, düşer kalkar, vicdanlı ve ahlaklı, hakkaniyetli geçinirler. Çoğu zaman hocalar da onların günahlarına ortak olur, kırtıllarından yararlanırlar. En önemlisi de “yoksulluk kaderdir” felsefe ve inancını yayarlar. Tüm çabaları yoksulluğu yenmek değil, yoksulluğu yaşatmak, insanları köleleştirmektir.
Bu kötülüklere, ahlaksızlıklara, çürümüşlüklere, huzursuzluk ve olumsuzluklara rağmen, bu toplumdan bir AÇLIK romanı çıkmaz. Hangi kapı çalınırsa çalınsın mutlaka bir parça ekmek vereni olur. Her kurbanda kesilen etlerin bir kısmı dağıtılır. İkinci el denebilecek giysiler, ev eşyaları verilir. Halk isyankar olmaz, “asi” olmaz, itaatkar olur, efendilerinin sözünden dışarı çıkmaz. “Allah razı olsun, onu da bulup yiyemeyenler, giyemeyenler var” der. Sanki mal, para, mevki, iş paylaşımını Tanrı yapıyor, maaşları veriyor, yıllık bütçeyi hazırlıyor gibi şükrederler, rıza gösterirler.
Boşuna mı açılıyor Kuran kursları, imam hatipler, boşuna mı her boş arsaya ihtiyaç fazlası camiler yapılıyor, boşuna mı destekleniyor tekkeler, tarikatlar, cemaatler? Boşuna mı vakıflardan vergi alınmıyor. Boşuna mı yürüyor şeriat-hilafet isteyenler. İnanılsın, güvenilsin, itaat edilsin, sorular sorulup kafalar karıştırılmasın, nedenler, niçinler, ne yaptınlar araştırılmasın, hesap sorulmasın. Cumhuriyetin, laikliğin, özgürlüklerin ve demokrasinin çanına ot tıkansın, emperyalizme hizmet edilsin.
Bunlar bizi nereye götürüyor, hiç düşündünüz mü?
Sevgiyle, esenlikle kalınız…
TURAN BAHADIR [email protected]