Bir kentin değerini olumlarken kullanılan,  orasının "Doğunun Paris'i" olduğu yakıştırması sürekliliğini koruyan bir klişedir. Oysa Paris bir tanedir! Ne doğuda bir muadili vardır ne batıda. Paris Paris'tedir.

Geçmiş yazlarımdan birini Fransa' da geçirdim. Çoğunlukla Paris' te kaldım. Uzun zaman geçirdiğim Maisons-Laffitte komünü çevresinde, parkalarda,

Seine nehri kıyılarında sabahtan geceye kadar çantamda termosum ve kitabımla günlerce doğanın ve muhitin tadını çıkardım. Bazı günler trene atlar Paris'e inerdim. Taş çatlasın yarım saat içinde kendimi şehrin içinde bulurdum. Hızlıca metroya atlar ya Parc des Buttes Chaumont' da yürüyüşe çıkar veya Saint-Martin Kanalı /

Canal Saint Martin civarında piknik yapardım. Bu kanal ve çevresi Parisliler ve turistler için popüler bir yerdir. Bazıları kanalda yolcu tekneleriyle geziler düzenler. Kimileri mavnaların ve diğer teknelerin gezinmesini ve dökme demir köprülerin altından geçmesini izler. Kanalın açık kısmı boyunca birçok popüler restoran ve bar vardır. Parklar öğrenciler arasında da popülerdir. İçeceğini ve yiyeceğini alan her yaştan Parisli buraya gelir. Paris' te neredeyse her komünde bir park ve düzenlenmiş yeşil yaşam alanları vardır.

Yerel yönetimler dediğimiz belediyelerin yapacağı şey, bir bölgeyi, bir komünü ve bir şehri işleme ve işlev kazandırmadır. Bütün mesele işte budur. Bir de bizim ülkemizdeki gibi işletme mantığı vardır. Birilerinin şehri kazanç kapısı olarak görmesi!

Dünyanın neresine giderseniz gidin, orada ailenizle veya tek başınıza oturup soluklanabileceğiniz bir bank veya bir park bulursunuz. Üstelik çoğunlukla işletmesiz! İşletme mantığını bizdeki kadar kötü anlaşıldığı başka bir toplum yoktur. Bir mekan varsa oranın öncelikli sahipleri bölgenin yerel halkıdır. İşletme size fazladan hizmet sunar. Bu sunulan hizmeti alıp almamak sizin biteceğiniz iştir. Münih' te bulunduğum bir zaman diliminde deneyimlediğim bir olayı anlatmak isterim. Münih, yeşile doymuş, her tarafı parklar ve sosyal alanlarla kuşatılmış bir şehirdir. Münih gezinizde, yani merkezi meydan Marienplatz'da oturacağız bir bira bahçesinde, içeceğinizi alıp, piknik sepetinizden çıkaracağınız evden getirdiğiniz yemekleri yiyebiliyorsunuz. İnsanların şehirdeki serbestçe yiyip içmeleri yıllar önce Bavyera Bölge yasalarıyla güvence altına alınmış. Yani bir parka veya bahçeye gittiğinizde " Dışarıdan Yiyecek ve İçecek Getirilmesi Kesinlikle Yasaktır" uyarısını göremiyorsunuz. Çünkü o parkın sahibi işletmeler değil sizsiniz. Şehir mobilyaları belediyelerin değil, sizlerin. Strazburg, Paris, Berlin farketmez. Şehir şehirlinindir turistlerin değil, orada yaşayan toplum işletmesiz var olmayı ve şehrine sahip çıkmayı öğrenmelidir.

Gelelim bu fazladan çay takviyesine. İnsanların temel ihtiyacı sudur, kesinlikle çay değil. Şehirde benzin alır gibi, boş bulunan her tarafa çay istasyonu kurulması ve işletmelere verilmesi neyin mantığı? Yani bizler makineler veya otomobil değiliz. Yani mola verdiğimiz her alanda, gaz veya benzin alır gibi, çaya boğulmak gereğini kim veya kimler düşünüp bu işletmelere veriyor. Çay temel bir gereklilik mi? Çay işletmesi olmayan bir sokak veya bir park olamaz mı?

Asıl soruyu kendimize sorduk mu? Bizim neden medeni şehirlerdeki gibi kullanışlı park ve bahçelerimiz yok. Neden fazladan çay takviyesine yapmak zorundayız? Ve neden Paris olmak lazım?

Paris Paris'tedir ve bir tanedir. Bir şehri işleme lazımken nedir birilerinin bu hesapsız işletme hastalığı?