Her zaman gözden kaçan bir ayrıntı vardır: “Eğer Gazi’nin ömrü ve sağlığı en azından 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz 2. Cihan Harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi’nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık” diyen Erdoğan, Gazi’nin makamında-masasında 23 yıldır oturduğunu unutuyor(başbakanlığı ile tek adam yönetimi arasında hiçbir fark yoktur). Fırsatı engelleyen nedenleri sıralarken “darbeleri, zayıf koalisyonları, kifayetsiz kadroları ve küresel kalkınma yarışında geride kalmayı” gösteriyor. “Cumhuriyetten, Atatürkçülükten uzaklaşılarak, başka yollara girildiğini, tekkelere, tarikatlara, cemaatlere her türlü olanağın sunulduğunu, eğitimin-öğretimin yozlaştırıldığını, akla ve bilime sırt çevrildiğini, halkın değil zenginin korunduğu ekonomi-politikanın izlendiğini, hazinenin yandaşlara, çetelere peşkeş çekildiğini” görmezden geliyor…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin sanayileşmesi için on beş yılda binlerce insanın çalıştığı, binlerce çocuğun kıreşlerinde ve okullarında okuduğu, halka eğitim-spor yönünden öncülük ettiği 45 fabrikayı tüm yokluk ve yoksulluklara rağmen nasıl kurduğu bir coğrafyada, Erdoğan iktidara gelir gelmez, o fabrikaları çoğaltmak yerine “özelleştirme” adı altında intikam alırcasına sattığını, hele SEKA’NIN on bir fabrikasını hurda fiyatına elden çıkararak Türkiye’yi kağıtsız ve kitapsız bıraktığını ağzına hiç almıyor.

Atatürk’ün makamını işgal edenler, “Gazi’nin vefatıyla o fırsatı kaçırdık” deme hakkına sahip değillerdir. Atatürk gibi düşünülüp hareket edilseydi, Atatürk’çe ülke yönetilseydi, çıkarcılar değil, halkın istekleri ön pılana alınsaydı; üniversiteler bilim, AR-GE ve teknoloji merkezleri, sanayileşme olsaydı, küresel yarışın dışında kalınır mıydı? Amerika’nın sattığı ve hibe ettiği hurda savaş araçlarına kanılmayıp uçak fabrikaları ve tersaneler çalıştırılsaydı, kapatılmasaydı, KAR-DEMiR yanında nasıl ER-DEMİR ve İS-DEMİR yer aldıysa, o uçak fabrikaları ve tersaneler yanında daha başka fabrikalar da yer alacak, çok yönlü “ağır sanayi” kurulacaktı. Sanayinin kökünü kuruttular.

Atatürk, “çağdaş uygarlık düzeyine” çıkıp geçmenin yollarını “yaparak, yaşayarak” göstermişti. Dünya bunu bilirken, kimileri Mustafa Kemal’i Peygamberle mukayese ederek, “dini siyasallaştırıp” “düşmanlaştırmayı, cumhuriyetle, Atatürkçülükle” kavgayı ön pılana çıkardılar; kalkınmayı, ilerlemeyi, çağdaşlaşmayı, aklı, bilimi unutturdular. Gazi’nin yerini işgal edenler “ne yapıyorsunuz” demedikleri gibi, kavgaya benzinle gittiler. Gazi’nin yolundan ayrılmakla “çağdaşlığa, akla, bilime, teknolojiye ait her ne var ise, tümünü ıskaladılar. İlerlemeye ait ne varsa getirmek yerine Atatürk’le kavga etmeyi yeğlediler ve o fırsatı kaçırdılar.” / Düşünebiliyor musunuz, otuzlu yıllarda “denizaltısını, uçağını yapan” bir Türkiye’yi… O akıl, o beceri, o sanayileşme geliştirilseydi Türkiye nerede olurdu acaba?

Gazi’nin yerini işgal edenler, “O’nun yolundan ayrılmakla, O’nunla kavga etmekle, başka yollara sapmakla bizler neler kaybettik” sorusunu kendilerine hiç sormadılar. Atatürk, tüm yokluklara, tüm yoksulluklara karşın Türkiye’yi %197, (yanlış yazmadım, yüzde yüz doksan yedi) büyülttü. Sizler betona yatırım yaparken, yollar, köprüler, tüneller, şehir hastaneleri inşa ederken müteahhitlere her türlü olanağı sağladınız; insana, eğitime, işe-aşa, çalışmaya, emeğe, işçiye, öğrenciye, okula-liyakata, çağdaşlaşmaya yatırım yapmadınız; yandaşla devlet yönetmeye kalktınız. Milleti düşünmeden akılcı, bilimsel yöntemlerden koparak Atatürk’ün yaptıklarını sürdürmek yerine bilerek kolayı seçip fırsatı kaçırmayı yeğlediniz.

O Atatürk ki, çocukları seviyor, üzerlerine titriyor, “en büyük eserim” dediği “Cumhuriyeti” gençliğe emanet ediyor. Kadınların bu toplumun asıl unsuru olduğunu, “baş üzere taşınması” gerektiğini söylüyor. Pek çok Avrupa ülkesinden önce “kadını en yüce değerin üstüne çıkarıp seçme seçilme hakkına” mazhar kılıyor. İki kadının tanıklığının “bir erkeğin tanıklığına eşit” olduğu anlayışını kaldırıp, kadının tanıklığının erkeğin tanıklığına eşit olduğuna”, yükselterek ve yücelterek gerçekleştiriyor. Bütün meslek dallarının ve iş alanlarının kapılarını ardına kadar açıyor. Her türlü eğitim-öğretim hakkını kız çocuklarına veriyor. Bin küsur yıldan buyana kadın, ilk kez insan yerine konuluyordu.

Atatürk’ün makamını işgal edenler ne yaptı? Çocukları koruyamadılar: Öldürülmelerine, ırzlarına geçirilip kirletilmelerine göz yumdular. Kadınların haklarını insan haklarından saymadılar, çocuk haklarının çiğnendiği yerde kıllarını kıpırdatmadılar. Narinlerin, Şirinlerin, Sıla bebeklerin, beşkardeşin yoksul ölümlerine seyirci kaldılar. Sosyal devlete işlerlik kazandırmadılar, kendilerini milletin üstünde gördüler. Meclisin kabul ettiği İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldırdılar. Eski eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülen, kurşunlanan ya da bıçaklanan kadınlara sahip çıkamadılar.

Hakkı, hukuku, adaleti, yargıyı ayağa düşürdüler, Anayasayı yok saydılar, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadılar. Toplumu, değerlerini ve devleti tüm kurumlarıyla çürümeye terk ettiler. Halkın devlete, hukuka, siyasete ve siyasetçiye olan güvenini yok ettiler. Ekonomiyi uydurma karar ve kanaatlerle belirsizliğin içine gömdüler, müthiş bir enflasyonla, fahiş fiyatlarla halkı çaresizliğe düşürdüler. Ne dövize, ne altına, ne de akaryakıta yetişmek mümkün oldu.

O Atatürk ki, Cumhuriyeti kuran HALKA TÜRK MİLLETİ dedi. Halkının ve milletinin çıkarı kadar hiçbir şeyi düşünmedi… / Ya sizler, Atatürk’ün makamını işgal edenler, ya sizler en çok neleri düşündünüz, yaptınız?

Bu millet sizlere her türlü yetkiyi verdi ama sizler o görkemli fırsatı başka konularda, başka işlerde kullandınız ve bizler her zamankinden daha çok Atatürk’ü özler olduk!

Sevgiyle, esenlikle kalınız…