Partiler-iktidarlar-siyasiler kendilerini, çıkarlarını ve ikballerini düşündükleri gibi ülkeyi, devleti, milleti düşünüp icraat yapmadıkları için silinip gidiyorlar. Topluma ve çıkarlarına öncelik verenler, siyasetini akla, bilime dayandıranlar milletiyle yaşıyorlar. “Hitler dünyayı kana boğan, Lenin devrimin başı, Stalin gaddar, zalim, acımasız, Mustafa Kemal Atatürk boğazlanan bir ulusu ve yok edilmeye ramak kalan bir devleti yeniden var eden insan, Çörçil demokrasinin vazgeçilmezi” diye anılmayı sürdüreceklerdir.
Bir zamanlar bir Sovyetler vardı: Dünyayı Amerika ile paylaşan iki kabadayıdan biri. Dedikleri dedik, astıkları astık, kestikleri kestikti, lafları üzerine laf söyleyecek olan, yaptıklarına karışanları yoktu. Arada sırada birbirlerine diş gösterseler de, ısırmazlardı. Amerika demokratik ve kapitalist bir ülkedir. Çıkarları için insan onurunu ve yaşama hakkını göklere çıkaracak kadar “adil”, her türlü özgürlüğe sınır tanımayan, kendine özgü hukuk sistemiyle işlerini yürüten, dolara, altına, petrole insanları kurban eden bir devlettir. Sovyetler, sosyalist bir ekonomi-politika ve proleter diktatörlükle yönetiliyordu. Açlık, sağlık, eğitim en önemli sorunlarıydı, ama insan hakları ve özgürlükler pek umurunda olmuyordu.
İki devlet de ajanları ve ataşeleriyle üçüncü dünya ülkelerini avuçlarında oynatıyor, istedikleri yerde devrim, darbe yapıyor, istedikleri ülkeleri kana buluyor, işgal ediyor, gençleri birbirine kırdırıyor, iç çatışmalar çıkartıyor, yıllarca süren savaşların içine giriyorlardı. Ne oldu? Amerika Vietnam’da-aslında Pörlharbır’da “yenilmez” özelliğini kaybetti, Sovyetler acımasız bir biçimde işgal ettiği Macaristan’dan, Çekoslavakya’dan ve tüm “demir perde” ülkelerinden çıkmak zorunda kaldı. Sonradan Afganistan’a girişi tam bir trajediydi. Ardından Amerika’nın Nato ülkeleriyle kurtarıcı gibi Afganistan’a doluşması, demokratik sahtekarlıktı: Rusya’ya karşı Taliban’ı kurmak, beslemek, sonra da Taliban’ı bahane ederek Afganistan’a girmek… Çok iğrenç bir ayıptı ve Nato ülkeleri de bu ayıbın içindeydi.
Bilim, teknoloji ve sanayi her ikisinde de doruk noktasındaydı. Her ikisi de sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan birer dünya deviydi. Amerika konjonktürel tüm gelişim ve değişimi “yönetim sistemine” uyarlar, kendini yenilerken, Sovyetler tüm gelişmişliğine karşın “katı, değişmez, hantal, insan hak ve özgürlüklerine itibar etmeyen, dünyaya kapalı” tavrıyla çöktü ve dağıldı. Hatta kimi Amerikancı ağızlar “bir kola ve kot pantolon Sovyetleri yıktı” diyorlar. 1917 Devrimiyle çıkmaya başlayan iki gazetesi vardı; biri İzvestiya, diğeri Pravda… Komünist Partisinin düşüncelerini, düşlerini, hayallerini, isteklerini yazan, halkı “gerçek ve haber” den koparan İzvestiya Rusçada “haber”, Pravda “gerçek” demektir. Merkezi Yönetim halktan o denli uzaklaşmıştı ki, eleştirmenler “İzvestiya’da haber, Pravda’da gerçek yok” diyorlardı; yani bizdeki yandaş basın gibi “Alis Harikalar Diyarındaydı.”
Sovyetler Birliği de Amerika gibi hem kültür, hem de ekonomik sömürünün kendisiydi. Sınırları içerisindeki ülkelere Kiril Alfabesini ve Rusçayı dayatmasının, o ülkelerin dillerini ve kültürlerini yok saymasının başka türlü izahı yoktur. Hele kilit noktalara Rus uzmanların yerleştirilmesi hiç de hazmedilecek bir durum değildi. Yerel halka, aydınlara ne olmuştu ki?
İstenmeyen, nefret edilen, hantal ve kaba halkların kardeşler birliği Sovyetler 73 yıllık ömrüyle, arkada kocaman bir kaos bırakarak dağıldı. Avrasya’daki Türkler, Kafkasya halkları Türkler, Gürcüler, “demir perde ulusları” bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ruslarla bağlarını, bağlantılarını kesip, Batılı ekonomik, siyasi, askeri örgütlere girdiler.
Sovyet halkı tarihinde iki büyük açlık yaşadı: Biri 17 Devriminden sonra, diğeri de 90’lı yıllardaki dağılmanın yarattığı ve “üretimin yapılmadığı kaotik” dönemde. Yaşamak, karınlarını doyurmak için açılan sınır kapılarından komşu ülkelere akın akın, dalga dalga giden Sovyet halkı, elinde, avucunda nesi var, nesi yoksa sattı; satacak bir şeyleri kalmadığında da “namuslarını” pazara çıkarmak zorunda bırakıldılar.
Çok iyi yetişmiş ve eğitilmiş Rus halkı, kurulan Yeni Rus Devletinde (Devletler Topluluğu) kısa sürede toparlandı. Ruslar gibi eğitilmeyen diğer halklar ise yeni yeni toparlanıyor.
Kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan. Dünün doğrularından, yanlışlarından bugüne neler kaldı acaba? Bir düşünsek, nereden nereye gelindi, biz neredeyiz şimdi?
Sevgiyle, sağlıkla kalın…