Bugün Türkiye siyasetinde, “geliştirilmiş parlamenter rejime” dönmek ve “tek adam” mahkumiyetinden kurtulmak için, “Altılı Masa” diye adlandırılan ve altı partiden oluşturulan bir “Millet İttifakı” var. Mecliste gurubu olmasına karşın “terörle iltisaklı” gösterilen ve genellikle Kürt yurttaşların “oy verdiği” parti, “anayasal” olmasına karşın “ittifakın dışında” tutulmuştur. Demokrasinin “sandıkla” değerlendirildiği ve “gerçeklerin konuşulamadığı” bir Türkiye’de HDP, yasal zeminde sorunların çözümü için “anahtar parti” konumuna getirilmiştir. Terörle ilişkili gösterilmesi, her türlü suçlamaya maruz bırakılması bu gerçeği değiştirmez. Nitekim AKP “Anayasanın değiştirilmesi konusunda”, “terörist” diye suçladığı HDP ile gidip görüşmüştür. Demek ki, “suçlama” görüşmeye engel değil.
Cumhur İttifakı olan iktidar, “anayasal bir partiyi” terörle-teröristlerle bir tuttuğu için, kim anayasal zeminde HDP’yi konuşursa konuşsun “terörle ve teröristlikle” suçlanmakta ve her türlü iftiraya, karalamaya maruz bırakılmaktadır. Ama kendileri bu partiyle görüştüklerinde terörist olmuyorlar. MHP lideri “Mecliste gurubu bulunan bir partiyle görüşmek doğrudur” dese bile: Birkaç saat sonra, “HDP demek, PKK demektir; CHP demek HDP demektir” diye bağırıyor. Onlar yaptıklarında “doğru”, başkaları yaptığında, “yanlış.” / Bu, tutarsızlıktır.
Türkiye’de bilime dayalı akıl geliştirilemediği için, siyasi partiler, ülke, bölge ve dünya sorunları karşısında yetersiz kalıyor, çözüm üretemiyor, tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Siyasal “çelişkilerden” bir türlü kurtulamıyorlar. Topluma yeniden bir umut, yeniden bir canlılık, dirilik kazandıramıyorlar. Sürekli tekrar, sürekli aynı yanlışlıklarda, sürekli aynı bataklıklarda “doğru” diye, “başarı” diye debelenip duruyorlar. Topluma, çıkarları için yalan, yanlış, aldatmaya, kandırmaya yönelik bilgi, belge(!), mesaj veriyorlar; yasalar çıkarıyorlar. Ama sorunları çözmüyor, öteliyor ve yığıyorlar. Halkın cehaletinden yararlanarak, kazanmak, iktidarı bırakmamak için her yolu deneniyorlar. Muhalefetin tüm önergeleri düşünülmeden reddediliyor.
Kaç yıldır ülke bir kıriz yönetiminin içinde, hele son bir yıldır ekonomi altüst olmuş vaziyette. Döviz-kurlar, altın, enerji, fiyatlar, enflasyon çıldırmışçasına yükseliyor, insanları eziyor. Başarılı görünmek için “her türlü rezilliğe, şaklabanlığa, yalana ve şova” çanak tutuluyorlar.
Böyle bir ortamda adaylığı için Kılıçdaroğlu’na İYİ Partili Ağıralioğlu’ndan itiraf ve uyarı niteliğinde açıklamalar geliyor: “Kılıçdaroğlu’nun kazanması konusunda kuşkularım var” diyor; / Akşener Hanım da sürekli olarak “kazanacak aday” vurgusunu yapıyor.
Ekonomik bir terim olan “konsolide”, inşaat ve tıp dışında, artık siyaset dünyasında da kullanılmaya başlandı. “Borçları daha uzun vadeye yayma, şirketler arası birleşme” anlamları taşıyan sözcük, siyasette de “partileri güçlendirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak” için kullanılıyor: “Müttefik olan partilerin seçmenlerini konsolide ederek, ortak adaya, koşulsuz oy desteğini verecek duruma gelmelerini sağlamaktır.”
İYİ Parti yetkililerinin açıklamalarında yeterince konsolide olamayan seçmenleri için “Mansur Yavaş’a ve Ekrem İmamoğlu’na oy verenler, Kılıçdaroğlu’na oy veremeyebilirler” derin endişe ve kaygısını taşıyorlar. Seçmenlerine duydukları bu güvensizlikten ötürü endişelerini her fırsatta yineliyorlar.
Amaç “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ise, “yapılacak olanlar, gidilecek yollar, uygulanacak yöntemler, ilkeler ve çözümler bellidir”. Çaba “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” değil mi? Oy, bu amaçlar için verilmeyecek mi? “Önemli olan kişiler mi, amaçlar mı, ilkeler mi, çözümler mi?” Aklın ve bilimin yolu bir değil mi? Bunlar için aday aranmıyor mu?
Kimi arkadaşlar da Ağıralioğlu gibi düşünüyor ve “bizim çocuklar Kılıçdaroğlu için sandığa gitmez, oy kullanmaz” diyorlar. Demek ki onların kafasında kısıtlanan hak ve özgürlüklerin, sansür yasasının, demokrasinin, kutuplaşmanın, ayrışmanın, ülkenin içine düştüğü dar boğazın, ekonomik kırizin, aşırı fiyat artışlarının, yüksek enflasyonun oluşturduğu sorunlar yok. Küçük hesaplara takılı kalarak Türkiye’nin geleceği konusunda endişeleri yok, kaygıları aşmak için gerekli hassasiyeti taşımıyorlar. / Sandığa gitmemek, “bu iktidardan, tek adam yönetiminden kurtulmak istemiyorum” demektir. “Borç düzenini, faizi, enflasyonu, fahiş fiyatları istemek demektir. Sansüre, özgürlüklerin kısıtlanmasına, hakkın, hukukun, adaletin çiğnenmesine göz yummak demektir.”
Oysa “ortak akıl” bilimsel doğruların asgari müşterekleridir. Çözüm için, gelecek için, birlikteliğin sürmesi için, başvuracağımız tek kaynak “bilimdir, bilimsel akıl ve bilimsel düşüncedir.”
Millet ittifakı “geniş tabanlı” kurulacak bir “hükümet umududur.” Cumhuriyeti ayarlarına çekmek, adaleti yeniden işler duruma getirmektir. Ekonomik sorunların çözümünde, hukukun üstünlüğü ilkesinde, demokraside, temel hak ve özgürlüklerde titiz davranmak bilimsel aklın gereğidir. Kapatılan, satılan fabrikaların daha modernlerinin açılmasında, toprağa ve çiftçiye sahip çıkılmasında, üretimin artırılmasında, enflasyonun düşürülmesinde, fahiş fiyat ve pahalılığın önlenmesinde, satın alma gücünün artırılmasında, yap-işlet-devret yöntemiyle milletin uğradığı zararın asla unutulmamasında, hazinede oluşan kara deliğin kapatılmasında son derece ödünsüz davranılacağı inancı yaratmaktır. Bu yol aklın, bilimin, hukukun yoludur.
İstanbul seçimlerinde izlenen bu yolun, ulusal seçimde de izleneceğini umuyor, çok geniş bir kitlenin “Ekrem İmamoğlu” gibi bir kişiliğe nasıl oy verdiğinin hesabının mutlaka yapılacağı inancını taşıyorum. Tüm partilerden, tüm seçmenlerden “oy alabilecek bir insan…” beklentisi içerisindeyim. Kemal Bey bunu da başaracaktır.
Bir oy bile sandığa gitmeyecek milyonlardan çok büyüktür.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…