Osmanlının Viyana surlarındaki bozgunuyla başlayan yıkılma süreci on yedinci yüzyılda Türkler için bir felakete dönüşmüş, Osmanlının yüzyıllardır meydanlarda attığı savaş naraları bu yüzıldan sonra panik atak hâline dönüşmüştü.
Sultan III. Ahmet uzun soluklu harp sürecinin vermiş olduğu baskılar neticesinde savaş sözcüğünü ağzına almak istememiş, her fırsatta barıştan, huzurdan dem vurmuştu. Bu yüzden Damat İbrahim Paşa’yı sadrazam yaparak onun ince zekasından yararlanmış, dış siyasette barışı sağlamasını ondan istemişti. Damat Ferit de padişahın bu arzusunu iyi yakalamış, savaştan bunalan halkın psikolojisini de göz önünde bulundurarak tüm olumsuz şartlara rağmen huzur içinde, savaşa dahil olmadan mutlu bir ortam oluşturma gayreti içine girmiş, İstanbul’da eğlence yerleri tertip ederek halkın hoşça vakit geçirmesini sağlamış,  yüz odalı saraylar yaptırmış, 839 lâle çeşidini İstanbul’un muhtelif yerlerinde yetişirmiş, halkın gezinti ve mesire yerlerini rengarenk çiçekler ile donatmış, Avrupa’dan mimarlar getirterek muhtelif tarzda binalar inşa ettirmiştir. Boğaziçi zümrüt tepelerle çevrilmiş, barışın mutluğu halkı kendinden geçirmiş, her ortamda iç huzurun vermiş olduğu sükûnet halkın gözlerinde okunur olmuştu.
Osmanlı, yıllarca savaşmanın vermiş olduğu bunalımla iç huzuru yakalamaya çalışırken, ülkesini kalkınması için uğraşan Büyük Petro, yeri geldiğinde amelelik yapıyor, Rus Milletinin menfaati uğruna İran toprakları üzerinden Hindistan’a açılmak istiyor ve zor durumda olan bu ülkenin paylaşımı için Osmanlıya teklif getiriyordu. Barıştan başka bir şey düşünmeyen Damat Ferit Paşa bu teklife evet demesine rağmen Rusya, İran ile anlaşıp Osmanlıya büyük bir darbe vuruyor ve İran da on binlerce Türk’ü kılıçtan geçiriyordu.
Barıştan başka kafasında başka bir düşünce olmayan III. Ahmet İran’ın özellikle Sünni Türklere yapmış olduğu bu kıyımları da görmemezlikten geliyor, huzur ortamının bozulmaması için dış siyaseti bile ciddi okumuyordu.
Fakat bu durum uzun sürmemiş Patrona Halil İsyanı ile birlikte koskoca Osmanlının yönetimi çapulcuların eline geçmiş, Osmanlı barış arzusu ile yanarken, kendi isyancılarının ateşinde kül olma tehlikesi atlatmıştı. Bu barış arzusu akabinde birçok toprak kaybı meydana gelmişti.
Bugünlerde bizim halkımız da şehit cenazelerinden, gözyaşlarından, huzursuzluktan bunalmış barış istemektedir. PKK bir yandan barış sürecini sürdürürken, diğer yandan da örgüte yeni elemanlar kazandırmak için büyük bir çaba harcama çabası içine girmiştir.
Barışın kısa vadede getireceklerinden ziyade uzun vadeli sonuçları üzerinde iyice kafa yormak gerekmektedir. Barış süreci havasına kapılarak terörle mücadelede zafiyete düşmemeliyiz. Bu sürecin sonunun ne getireceği önemli olmakla birlikte beraberinde ciddi soru işaretlerini de barındırdığını unutmamalıyız. Barış kelimesi insana çok hoş gelmekte, ismi bile kişileri mutlu etmeye yetmektedir. Fakat soğuk savaş dönemlerinin en sinsi planları barış, huzur, kardeşlik kavramları üzerinden yürütüldüğünü de aklımızdan çıkarmamalıyız.