İnsanlar kimi işleri ya bilinçli, ya dümdüz-alışkanlıklarının gerektirdiği gibi, ya da bilerek isteyerek kasıtlı olarak yaparlar. Bireyle ilgili ise bu yanlışlıklar “zaaf”, toplumu amaçlıyorsa “siyaset-politika-izlenen yol” olarak adlandırılırlar. Devlet kurumları ve devlet adamları bilgilendirmeyi doğrulukla, dürüstlükle, açıklıkla aydınlatma amaçlı yaparlar. Eğer yalana-aldatmaya-güven zedelemeye yönelik açıklama yapılırsa toplumun tüm değer yargılarını, özellikle insanların birbirlerine ve devletlerine olan inançlarını, güvençlerini çürütürler.

Hayatın içinden geçerken insanlar uygulanan politikaların “zaaflarından” da, başarısızlıklarından da, terslik ve kötülüklerinden de etkilenirler. Kimileri ders alır kendilerini düzeltirler, kimileri de yetersiz ekonomik koşulların içinde bulunduklarından canavarlaşan enflasyona, fiyat artışlarına direnemezler, karşı koyamazlar, ezilir, un ufak olurlar, kimileri de bilinçsizliklerinden umarsız kalırlar. Ailesi, çevresi, hastası, ustası zarar görür. Yaşamak onlar için yük olmaya başlar. Tolumda “kaçma sendromu” ile madde ve alkol bağımlılığı, fuhuş, darp, gasp, hırsızlık, soygun, vurgun, insan öldürme ve yaralama suçları korkunç derecede artar, ahlak bozulur, toplumsal güven ve huzur diye bir şey kalmaz, herkes birbirinden kuşkulanır olur. En acısı da korkudan düzeltme girişiminde bulunamazlar.

Oysa iktidar “zaaflarını ve yanlışlarını” sürdürmeyi başarı kabul ediyor; özeleştiri yaparak yanlışlarını görmeye yanaşmıyor. Kibir, gurur ve büyüklük zehri içesinde kendi halkını ezmeye, sömürmeye devam ediyor; genç, okul bitirmiş işsizine değil, “sığınmacılara” iş yaratmaya çalışıyor. Zaten “sigortasız çalışan sığınmacılardan” alamadığı pirimler ve zenginin borçlarını-vergilerini silmeleri yüzünden “hazinenin gelirleri azaldı ve emeklisine TÜİK yalanlarıyla ZAM yapmıyor. Olancasını da kendine, kullandığı vekillere, bürokratlara aktarıyor.

Devletin her yaptığının hesabını bilen, gören ve olması gerekenleri öneren TÜİK, toplumda yaşanan her hareketin, kımıldanışın ayırtındadır. Çetelesini tuttuğu ve ülkenin her sorunundan haberi olan bir kurumun, derelerinde, göllerinde, barajlarında ne kadar suyu kaldığını, ekilen dikilen topraklarının ne kadar olduğunu, ürünlerinin miktarını, okuyan-okumayan, her çeşitten mesleğe ait kişileri, sınırlarından giren çıkan insanların hesabını onun kadar doğru bilen bir başka kurum yoktur… Bu kurumun görevlileri, hesabı, kitabı çok iyi bilen birinci sınıf insanlar olduğu gibi, ellerindeki teknik olanaklar da kimi üniversiteler hariç, hiçbir kurumda yoktur. Bu denli titiz çalışan bir kurumun Türkiye’deki fiyat artışlarının, enflasyonun,  döviz kuruna yapılan baskının miktarını yanlış hesaplayacak, söyleyecek lüksü yoktur!

TÜİK Türkiye’nin beyni, gözü, kulağıdır; ekonomik, siyasi, kültürel, dil ve etnisite olarak T.C Devlet oluşumunun rakamsal anlatımıdır. Hiçbir konuda yanlış yapma, söyleme ve yanlış bilgi verme ve birilerini koruma hakkı yoktur. TÜİK salt hükümetin değil, devletin, ülkenin, toplumun bilgi, aydınlatma kaynağıdır, olmak zorundadır. İstisnasız her konunun araştırmasını yapar, sonuçlarını yayımlar. Dost-düşman tüm ülkeler, Türkiye için en doğru bilgileri TÜİK’ ten alır.

Gelin görün ki, TÜİK’ in enflasyon için açıkladığı sepetin içini dolduran ürünleri ve fiyatları Türkiye’nin hiçbir bakkalında, marketinde, manavında, kabzımalında ve AVM’ sinde bulma olanağın yok! Mahkeme kararına karşın sepetin içine doldurduğu ürünleri ve fiyatlarını açıklamıyor. Çıkan enflasyon rakamı ki, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin ekmeğini, geçimini, ücretini, maaşını, bugününü ve geleceğini derinden etkiliyor. Memuru, çalışanı, emeklisi ona göre maaş alacak, ekonomi politikası ona göre biçimlenecek; çocuklar ona göre okuyacak, işe girecek, geleceklerini kuracaklar! Çiftçi ona göre ürün yetiştirip satacak, para alacak.

Açıklanan gerçek dışı rakamlarla, salt cumhurbaşkanını ve hükümeti kurtarmak için her kademeden insanın hakkı yeniyor, adaletle birlikte tüm değerlerin, insanların birbirine olan güveni çürüyor, yönetimde bulunan baştan ayağa herkesin yalan konuştuğu TÜİK rakamlarıyla belgeleniyor, hukuk, adalet ve ahlak diye bel bağladığımız değerler siliniyor.

İnsan sormadan edemiyor: Bu kadar kaliteli ve nitelikli insanların toplandığı bir kurum-emir kullarından oluşsa bile, “hayır, ben bu kadar yalanı taşıyamam” diyemiyorlar mı? İçlerinde vicdanı bıraktım, doğruluğa, dürüstlüğe, ahlakiliğe dair en küçük bir parçacık dahi mi kalmadı? İktidarın yalanlarını gerçek diye doğrulamayı, çocuk kandırır gibi, mızmızlanan çocuk gibi kurumun başı “sepetin içindekileri söylesem dahi, fiyatlarını açıklamam” diyebiliyor. Doğruluktan, dürüstlükten, açık sözlülükten vazgeçtik, insanda birazcık haya-utanma-sıkılma olur. O da yok! Bunların ar damarları çatlamış.

İslamcı şair Sezai Karakoç, namazı, “Tanrı’nın huzurunda, günde beş kez insanın kendini sorgulaması, yargılaması, hesap vermesidir” diye tanımlıyor. Müslüman geçinen bu insanların böyle bir vicdani sorumluluk taşıdıklarına zerrece inancım kalmadı. Sayelerinde deizm tavan yaptı. Beyinleri, yürekleri varsa 22 yılı sorgulayıp kendileriyle yüzleşsinler.

Yüzleşme, gerçeği görüp kabul etmeye beyin ister, yürek ister, bilgi, düşünce ister. Milyonlarca insanın hakkını, “rakamlara yalan konuşturarak” yiyenlere, gasp edenlere, vermeyenlere insan bile denmez.

Sevgi ve esenlikle kalınız...