Depremle korkunç acılar yaşandı. İnsanlar enkazın altında kaldı. Hala çocuğunun, eşinin, kardeşinin, anasının, babasının “cesedine” ulaşıp mezarını yapamayanlar var. Kurtarma örgütü AFAD’ın üçüncü gün deprem alanına intikal etmesi yaralara tuz bastı. Üç gün içinde soğuğa, betona, ölüme terk edilen binlerce insan oldu. Çadır, konteynır, elektirik, su, yiyecek sorunu kapanmaz yara olarak kaldı. Müdahaledeki beceriksizlik ve başarısızlık tavan yaptı.
“Kader pılanı” dendi, önlem alınmadı. İmar aflarıyla çürük binalara “ruhsat” verildi. Her bina, içinde oturanların mezarı oldu. Deprem vergilerinden gelen paralar amacının dışında kullanıldı, hesabı sorulmadı. Depremlerin değil, binaların insanı öldürdüğü unutturuldu. “Fıtratında var” dendi, madenlerde önlem alınmadı, işçiler değil patronlar düşünüldü. Soma faciası, Amasra tirajedisi, ödenmeyen tazminatlar hiç gündeme gelmedi. Hele tiren kazasının hukuk mağdurları, adaletin gerçekleşmesi şöyle dursun, cezalandırıldı.
Yağ kuyrukları, et kuyrukları, ekmek kuyrukları unutuldu. Eczane bu eczane gezen ve kur farkından doğan açığın kapanmayışıyla ithal edilmeyen ilaçları bulamayan hastaların dıramı akla ziyan. Bulunamayan ve değiştirilemeyen kalp pilleri umursanmadı bile. Tüm sorunlar vatan, millet, din iman, yerli, milli hamasetiyle örtüldü.
Seçim, yalanın egemenliğiyle geçti. Yalandan kimse ölmediği gibi, vergisi de yok. Bu yüzden bol keseden atıldı: “Bedava Karadeniz gazı” dendi, etkili ve yetkili uzmanlar “Rus gazı” dedi. “Karadeniz gazı, şu anda test aşamasında, her şey yolunda giderse, ancak altı ay sonra sisteme dahil olabilir.” Ne var ki, yanmayan “doğalgazın nisan faturası” oy rüşveti olarak ödendi.
En çok konuşulan konu “Sihalar, İhalar, Altay tankı, Fırtına obüsü, Atak helikopteri, uçak ve TOGG” üretilmeyecek ve Amerika’dan alınacak” yalanıydı. Bu “iftira” tartışılırken, ülkenin en büyük sorunu işsizlikti. Gündeme getirilmediği gibi, savunma silahlarının yapıldığı fabrikalarda kaç işçinin istihdam edildiği ve ne kadar “katma değer üretildiği” de hiç tartışılmadı. Bütçe açığına “kaç milyar dolar destek verdiği” hesaplanıp söylenmedi. Hatta F35’lerin yerini alacak uçak ürettiğimiz bile söylendi. “Acaba onun için mi F-35 pırojesinden çıkarıldık”, sorgulanmadı. Ne kadar gurur verici bir olay değil mi; TUSAŞ’ın ürettiklerini değil de, özel sektörün ürettiklerini övünerek söylüyoruz(!).
İktidar, muhalefeti hep “iktidarmış” gibi suçladı. “Biz yaptık, onlar ne verdi” cümlesi çok kötü bir itiraftı. Muhalefetin “ihale” verme ne yetkisi, ne de sorumluluğu vardır. Ama halk, sorgulamadan soruyor: “Muhalefet bu zamana kadar ne yaptı? Kolumu keserim de oy vermem” diyor. “Belediyeleri dört yıldır bir yere bir çivi dahi çakmadı.” “Tüm yanlışlıklar, yanlış atamalar, kazalar, fiyat artışları hep muhalefetin suçudur.” “Yap-işlet-devret” yöntemiyle yapılan ihaleler, vurgunlar, 25-30 yıl sürecek hazine borçlanmaları hep “muhalefetin yaptığı” işlerdir. Bire on, bire yüz ihale yolsuzlukları sanki bu milletin cebinden çıkmayacak?
Hele hele terör, hiç kapanmayan, kapatılmayan bir yara. “Muhalefet terörle işbirliği içerisinde” deniyor da, “21 yıldır iktidardasınız, ‘bitireceğim” dediğiniz terörü neden bitirmediniz? Şimdi de tükenmez bir sermaye olarak kullanıyorsunuz. Siyasal bir parti için ‘terörle iltisaklıdır’ diyorsunuz, madem anayasal değildir o parti, neden kapatmıyorsunuz? Doğru olsa, Anayasa Mahkemesi davayı sonuçlandırırdı. Sonuçlandırmıyor; sonuçlanırsa hem o siyasi parti, hem de terör sömürülmeyecek. Amacınız iktidara gelir gelmez terörü bitirmekti, neden bitirmediniz?
Kendinize oy vermeyenleri “terörist” diye suçlayabiliyorsunuz. Her türlü vesayet altına alınan yargı, “ahmak” sözcüğüne “iki yıl yedi ay” mahkumiyet cezası verirken “haksız yere terörist” diye suçlananlarının hakkını neden korumuyor. İşin en kötüsü, yönettiğiniz devletin savcıları, yargıçları, mahkemesi tarafından “terörist” diye yargılanıp mahkum olan, “Gaffar Okkan ve
beş polisi şehit eden ve terör tarihine “domuz bağı” ile geçen, Gonca Kuriş ile zirve yapan, ev içi mezarlarla ünlenmiş 85 insanın katili Hizbullah’ın “siyasal ayağı” ile “ittifak kurulabiliyor ve meclise taşınıyorsa, demek ki “terörle mücadele edilmiyor.” Yalan olmasa böyle terör uzantılı bir partiyle ortaklık kurulup meclise sokulur muydu? Yoksa “dinci patentli” olanlar IŞID gibi, Hizbullah gibi, yarın da FETÖ teröristten sayılmayacak mı?
Eğitim başlı başına bir sorundur. Deprem bahane edilerek üniversiteler kapatıldı. “Yurtlar depremzedelere tahsis edilecek” dendi. Oysa asıl sorun “üniversite gençliğinin organize oluşundan korkulmasıydı.” Organize işini önlemeyi başardılar. İnterneti, bilgisayarı olmayanlara “görüntülü eğitim”(!) verdiler. Ne kadar inandırıcı değil mi?
İktidara geldiklerinde amaçları: “80 12 Eylül ihtilalinden kalan dindar ve kindar nesli yetiştirmek” masalıydı. Bunu başardılar. Kaliteli ve nitelikli eğitimi hiç sevmediler. Gelinen nokta, dünya eğitim liginin neresindedir, yerimizi bilen var mı, ya da bir yer edinebildik mi? / Bu yanlışlık ve vurdumduymazlıklar daha nereye kadar götürecek bizi?
Sürekli açık veren bir bütçe ile nasıl ayakta kalacağız? Hazine tamamen boşaltıldı. Yedek akçeler harcandı. Para basmak liranın değerini düşürmekten öte bir işe yaramıyor. “Düşüyor” denen enflasyon hala can yakıyor, fiyatlara yetişmek mümkün değil. “Kıskanıyorlar bizi” masalıyla hala avuttuğumuz kitleler var. “Kur yükselmesin” diye ödenen faizler, tüm baskılara karşın doların değer kazanışını durduramıyor ve bütçeye korkunç bir yük bindiriyor. Tedavüle çıktığında 130 dolar alan 200 TL’lik kırmızı banknot bugün 10(on) dolar almıyor. Üretim bitmiş durumda. İthalatla idare ediliyor. Et kuyrukları, yağ, ekmek kuyrukları unutuldu. Çocuğuna harçlık veremeyen ve intihar eden baba, eşinin borçlarını ödemek için kıredi çektikten sonra intihar eden polis unutuldu.
Kadın hakları, tarım ve hayvancılık, “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alanla”, “teröristliği tescillenmiş” bir örgütün uzantısını kurdukları ortaklıkla meclise sokanlar ve Türkiye sorunları tartışılmadı, çözümleri söylenmedi, seçimin hayhuyu içinde her şey gümbürtüye gitti.
Seçim adil olmadı, eşit koşullar altında yapılmadı. Devletin tüm olanakları, bakanlar-bakanlıklar, tüm araç-gereçleri, yetkiler, uçaklar, otomobiller, tüm televizyon kanalları, radyo istasyonları iktidarın lehine kullanıldı. Sanırsınız devlet vatandaşlarıyla yarışıyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun sesi hiç çıkmıyor. Doğruluk, dürüstlük, mertlik gibi insani erdemler akıllara bile gelmedi. Böyle bir sonucun hayrı olur mu?
Sevgiyle, esenlikle kalınız…