Bir kediye bir köpeğe çarpar da araba, bir insana, bir ağaca çarpmaz mı? Gök gözlü melekler ne kediyi, köpeği, ne insanı ağacı korumaz; görmez, umurlarında bile olmaz. / Bir çocuğu almıştır altına araba, kaçmıştır annesinin elinden, paramparça olmuştur. / Çoğu zaman hiçbir önlem alınmadan yaşanan acılara timsah gözyaşları dökülür.

Terör olur, askerler taranır, köyler, alışveriş merkezleri ateşe verilir, çocuklar, kadınlar, insanlar genç, yaşlı demeden öldürülür. Ormanlar, tüm canlılarıyla birlikte yakılır. Dinlenme tesisi, turistik yerler yapma iştihasıyla koylar ve yamaçları “bilinmeyen bir nedenle” ateşe verilir; ülkenin ciğerleri yok edilir. “Beterin beteri var, gelen mala gelsin” denilerek savuşturulur. Yakalanır, “vicdansız” denir bırakılır, vicdan varmış gibi…

Depremler olur, seller, heyelanlar; yüzey şekilleri değişir. Tusunami olur, şehirler yüzer, içindeki tüm canlıları siler süpürür götürür. “Allah’ın gazabı” derler, “günahların, haramların bedeli” derler. Hiç mi suçsuz-günahsız yoktu aralarında? Depremin adil ve vicdani olmayışı üzerinde hiç durulmaz. Hele dünyanın oluşumunda, yerleşmemiş katmanların hareketi -Tanrı her şeyi eksiksiz yarattı inanışıyla hareket edildiği için- bilim insanları dışında kimse tarafından kale bile alınmaz. “Dayanıklı evler, kentler kurmak işi kader olmaktan çıkarır” anlayışını neredeyse “Tanrı düşmanlığına kadar” götürürler. Binlerce, on binlerce suçsuz-günahsız insanın-çoluğun, çocuğun ölümü, kaybolması umurlarında bile olmaz. Tanrısal ya da evrensel bir vicdandan dahi söz etmezler. Eğer vicdan varsa, her yönüyle sorgulanmalı değil mi? Acı ve yanlışlık değişmiyor çünkü.

Savaşlar olur, binlerce, milyonlarca insan ölür. Kimse savaşın vicdanını tartışmaz. Haklılık haksızlık üzerinde durulur, ulusal çıkarlardan, ulusal duygulardan söz edilir, dinsel hazlar ön pılana çıkarılır. Savaşın bir felaket olduğu üzerinde durulmaz. Öyle ya giden, yok olan yüz binler, milyonlar var; harcanan, tüketilen servetler var. Kana susamış canavarların iki dudağı arasından çıkan kararlar ve tetiği çeken parmaklar var. Tanrı’yı kendi saflarına kattıkları için “neden engel olmadı” diye sorgulaması dahi yapılmaz.

Doğaya bakınız. Güçlüler güçsüzleri yok ediyor, yaşama hakkı tanımıyor, zayıflar, güçlülere yem oluyor. “Tanrı öyle yarattı” demekten öte bir adalet anlayışları yok. Öyle ya aslana, kaplana, timsaha karşı, ceylanların, zebraların, sığırların hakkı nasıl korunacak? Hele et yiyici kuşlara karşı yılanların, farelerin, tavşanların hakkı nasıl savunulacak? Herkes bilir ve söyler, daima büyük balık, küçük balığı yutar. Bunlar adaletsizlik, vicdansızlık değil mi? Yok, doğa kanunu. Doğa kanununun vicdanı var mı? Kim kime acıyor?

Bir de “avcılar var, av kuşları, av hayvanları!” İzin istiyorlar, parayı bastırıyorlar. Safari yapıyorlar. Fil avlıyorlar, zebra, aslan, kaplan, ayı, yılan, maymun, timsah avlıyorlar; ceylan, kartal, keklik… Doğasal düzenin dışında, insansal düzen ve çıkar gereği, salt birilerinin “zevki”, birilerinin çıkarı için öldürülüyorlar. Vicdan aranıyor, sorgulanıyor mu?

Doğanın, insanların vicdanı var mı? Sümerlerden öğrendiğimiz kurbanın dinsel öğretiler dışında karın doyurmaktan öte bir anlamı olabilir mi? Bilerek, isteyerek bir canı alma… Nasıl bir mutluluk ya da zorunluluktur? Veya ibadet?

Nedense vicdan hep “yastığa baş koyduktan sonra” anımsanıyor. Yapılan yanlışlıklar, öldürmeler, yaralamalar, ırz-namus meseleleri, zorlamalı tüm haksızlıklar, bilerek isteyerek yapılan hatalar, çalma, gasp, hak yeme, birer birer vicdanlının gözleri önünden film şeridi gibi gelip geçiyor. Ya tüm bunları yapmasına, milyonlarca işçinin, memurun, emeklinin, çiftçinin, köylünün, garibin-gurebanın hakkını vermemesine rağmen, yastığa başını koyar koymaz uyuyanlara, sormayan, sorgulamayanlara, aklına getirmeyenlere, bir iç hesaplaşmaya gitmeyenlere ne demeli? “Senin niye vicdanın yok” deyip hesap sorsak ne olacak? Başarısı gasp edilen öğrencinin, emeği sömürülen işçinin, köylünün, işe alınmayan adayın, enflasyonla, yüksek fiyatlarla işçinin, memurun, emeklinin hakkını yiyenlerin ve üzerlerinden milyon dolarlar vuranların hangi vicdan sorgulaması yapılacak? Kirli parasından-servetinden üç-beş kuruş yardım eder, bir garip sevindirir, “tövbesi istiğfarıyla” günahlarından arınır, vicdanını(?) temizler, rahatlar, huzura kavuşur, umreye gider, otelde yanına aldığı kızın yanında ölür, nerdeyse din şehidi bile olur, gelir. / Vicdanlı olmanın ya da olmamanın hiçbir yaptırım gücü yoktur! Gelenekler de, insani erdemler de aynı kategorinin içindedir. Dinsel değerler de öyle, cezayı öteler, öteki dünyaya-hesap gününe bırakır.

Ancak yasalardır ki, hesap sorar ve yaptırım güçleri vardır. Adaleti, hakkı, hukuku, yargıyı yasalar gerçekleştirir. Yasaların, yargıçların, mahkemelerin arkasında hukuka dayalı polis vardır, jandarma vardır, güç vardır, keyfilik yoktur. Hukuka direnenin cezası onlarla kesinleşir. Yasalar uygulanmadan adalet gerçekleşmez, gücü olmayan adalet adalet değildir.

Önemli ve değerli olan vicdan, gelenek, görenek değil, hukukun işletilmesidir, hukukun üstünlüğüdür; laik ve akla dayalı bir adaletin uygulanmasıdır.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…