Şiddete karşı olanlara bakıyorum da sadece “kadına” şiddete karşı çıkıyorlar. Yani erkeğe karşı şiddet önemli değil, onlar için meşru… Peki burada suçlanan kim, yani şiddeti uygulayan kim, mağdur gösterilen kim? Tabii suçlanan erkek mağdur olan ise kadın…

Önce şiddetin tanımını soralım?

Şiddet; bireyin fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışlarıdır.

İkinci olarak, şiddeti doğuran etkeni soralım?

Sonuçta durduk yerde bir birey, başka bir bireye neden şiddet uygulasın ki? Yani şiddetin başlangıcına bakmak lazım değil mi?

Burada öncellikli olarak taleplerin yerine gelmemesi durumunda ortaya konulan fiziki ve psikolojik tavır ve tutumlar olduğunu görüyoruz.

Peki; 1. Bu istekler haklı talepler mi? 2. Talepte bulunulanın bunu karşılaması mümkün mü değil mi? Makul ve haklı bir talep mi? 3. Talep haklı ise veya karşılanabilmesi mümkün ise de karşılanamaması durumunda şiddet yerine insani olarak çözüm aranması gerekmez mi?

Eğer “insani” olarak bir çözüme başvurulacak olursa çözümsüzlük söz konusu olmayacağı gibi bir şiddetin de doğması söz konusu olamayacaktır. Çünkü bu insani çözümün ikinci adımı yargı yoludur. Birinci adımı ise karşılıklı anlaşma. Burada da taraflar, birbirlerini medenice yargılar ve bir sonuca varılır. Varılamaması durumunda ise sonuç olarak medeni yargıya başvurulur.

Yargı sonucunda da, yargının verilmiş olan kararı eğer tarafları “haklı” olarak tatmin etmiyorsa o zaman yargıda da bir sorun söz konusu olacağından, mağdur olduğunu düşünen kişi, mağduriyetinin giderilebilmesi için sonuç olarak şiddete başvuracaktır.

Peki yargıda adaletsizlik söz konusu olabiliyor mu? Evet, az da olsa mümkündür. Çünkü işin içerisine, yargı esnasında, az da olsa, birtakım hileler ve yargı mensuplarının “insan” mevhumu devreye girince hak yanlış tecelli edebiliyor. Çünkü yargıya yardımcı olan enstrümanlar yargıyı yanıltabiliyor. Veya başka etkenler…!

Dolayısıyla burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; medeni yargı sistemi de olsa işin içerisine birtakım haksızlıklar girip; ya yargıyı yanıltabiliyor ya da yargı mensubunun yanlış kararı söz konusu da olabiliyor. Zaten her iki taraf gerçekten “hak” talebinde olsalar, şahsi talepleri peşinde olmasalar sorun yargıya kadar gitmeyecektir. Taraflardan biri hakka sığınsa da diğeri duygularına, şahsi menfaatlerinin peşine gidiyor. Her kişinin hak peşinde gitmesi durumunda zaten sorun olmayacaktır.   

Sonuç olarak sadede gelirsek; eğer bir toplumda şiddet ne kadar artmış ise o toplumun eğitim sistemi de o kadar çökmüş demektir. Sonuçta, yargı mensubu taraflar da ve yargıya yardımcı elemanlar da aynı toplum bireyleridir. Yani o bireyleri yetiştiren o toplumdur.

Dolayısıyla bugün görüyoruz ki; aslında şiddet, “şiddete karşı” diye ortaya çıkanlar tarafından şiddet oluşturularak körükleniyor. Çünkü sadece “kadına” şiddete karşı çıkmakla aslında büyük bir haksızlık ortaya konularak şiddet başlatılıyor ve körükleniyor… Kadın ve erkek ayrımı yapmadan şiddete karşı bir çaba adil olarak ortaya konacak olsa sorun hızlı bir şekilde çözüme doğru gidecektir. Burada kadın da bir insan, erkek de. Her ikisi arasında “sorun, sorun” diye ortaya çıkmak en büyük sorunu ve şiddeti çıkarmaktır. Azaltmadığı gibi de körüklemektir. Eğer siz, iki dost arasına, her gün, “aranızda sorun mu var” derseniz, o iki dost artık bir süre sonra birbirine düşman olmaya başlayacaktır.

Yani burada şiddetin iki temel unsuru var. Bunlardan biri eğitimsizlik, diğeri ise dış etki yani bu eğitimsizlik boğuğunu fırsat bilip değerlendirmeye çalışan organize bir psikolojik terör girişimidir.     

Aslında şiddeti çıkaran ve körükleyenler; sadece “kadına şiddete hayır” demekle, sözde şiddet karşıtlarıdır.