Bu ülkede, eğitimi verilmeye çalışılan “resim, müzik, beden eğitimi” derslerine “fasa fiso” diyen kafalar uzun yıllar başbakanlık yaptılar ve uzun yıllar “resim sanatını, müzik sanatını” verecek öğretmenleri yetiştirmedikleri gibi beden eğitimi derslerine girecek öğretmenleri de düşünmediler. Şimdi de olanları öğretmen diye atamıyorlar. Onların beyninde resmin de, müziğin de, beden eğitiminin de yeri yok. Ve yeri geldiğinde diyecekler ki “müzik ruhun gıdasıdır” ya da “sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” Kim inanır size? Oysa sanat kişiye, toplumlara değer kazandırır, saygınlık kazandırır, pirestij kazandırır, onur kazandırır. Büyük, güçlü ülkelerin kültür elçileri sanat insanlarıdır, bilim insanlarıdır. Etki alanları çok geniştir.
Hangi ruhları, ne ile ortaya çıkardınız ki besleyesiniz, hangi vücutlardan bahsediyorsunuz ki, kafaları sağlam olsun? Ama “aç ayı oynamaz” diyenler de çok bu ülkede. İnsanların beyinlerinden korktukları için “duyan, düşünen, soran, sorgulayan” beyinleri değil, “inanan ve itaat eden beyinleri” yetiştirdiler; sanata, estetiğe, edebiyata, felsefeye yer vermediler.
Sonra kimi sanattan, edebiyattan, estetikten, felsefeden habersiz, fakat “masası, sandalyesi” çok sağlam, arkası kalınlar çıkıyor ortaya ve diyor ki, “tükürürüm o sanatın içine” ve oy alıyor; yıllarca o koltuğu kimselere vermiyor. Bir başkası çıkıp diyor ki, “ne sanatı, ne insanlık anıtı, o bir ucubedir.” İnanıyorlar ona.
Kimler geldi, kimler geçti bu topraklardan. Bizler de gelip geçiyoruz: Ama sanata, estetiğe, resme, beden eğitimine “fasa fiso dersler” diyenler, “sanatın içine tükürenleri” yetiştirdiler, sanata “ ucube” diyenleri ürettiler. Duygudan, düşünceden yoksun, kendini, toplumu, insanlığı tanımayan ve anlamayanların edebiyata “boş laf” demeleri yok mu? Demek ki yaşadıkları süre içerisinde duygunun da, düşüncenin de, var oluşun da hiçbir güzelliğini yaşamamış, ama okumuş, meslek sahibi olmuş, başbakan, bakan, milletvekili, belediye başkanı olmuş… Sanattan anlamayan insandan anlar, insanı sever ve korur mu; sanattan anlamayan doğayı sever, doğayı, ağacı ve hayvanı sever ve korur mu?
Biz de kalkmışız bunlara, çocuklarına, torunlarına kitaptan söz ediyoruz, okumanın, kendini yetiştirmenin erdemlerini anlatıyoruz, evrensel sevgiden, ahlaktan ve adaletten bahsediyoruz.
Öğrenciliğimizde, emekliliğimizde zaman zaman müzik dostlarının arasında yer aldık. Tadı, lezzeti, beynimde yarattığı güzellikler görkemli anılar olarak duruyor. Özellikle yalnızlığıma seslendirdiğim şarkılar, türküler hayatıma renk katmakla kalmadı, sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı, insani ilişkilerdeki sıcaklığı ve güzelliği belleğime kazıdı. Birlikte şarkılar, türküler söylediğimiz dostları unutmak mümkün mü?
Müzik ses zenginliğidir. Notalar seslerin kalıplarıdır. Onlarla gireriz ses dünyasına. Müzik duygudur, düşüncedir, sevgidir, özlemdir, umuttur, gurbettir, beklenti, hasret, gözyaşı ve çığlıktır, müzik doğadır, yıldırımdır, şimşektir, gözyaşı-ağlamaktır, sevinmektir. Müzik şiirdir, edebiyattır, bir devinim, bir kımıldanış, bir çığlık, bir haykırıştır, müzik bir kuşkanadının suya değişi, bir yağmur damlasının yere düşüşüdür. Müzik sanatların en görkemli olanıdır. Müzik insanı canlı, diri ve uyanık tutar. Yaşamın en güzel seslerini, tıpkı en güzel kokuları alan burnumuz gibi, getirir kulağımıza. Müzik Viyana’dır, iki defa kuşatıp, bozgunla ayrıldığımız kapısından… Mozart ve Bethofın olan Viyana.
Beşikdüzü, eğitimin, kültürün ve insan yetiştirmenin Türkiye koşullarında önemli kilometre taşlarından biridir. Yüzde yüz “okur-yazarlık oranıyla Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün Türk eğitim hayatındaki yerinin hakkını teslim etmek gerekir. Her alanda yetişmiş insanlarının yanında müzik insanları da oldu. Yalnızlıklarımızı doldurmada, hayatımızın her alanında bulunduğumuz her ortamda müzik var, otururken, dinlenirken, eğlenirken müzik hep var. Bir iki kadehle yakalanan içtenlikli havalarda hep nağmelenir, sesler, gönüller müzikte birleşir.
Beşikdüzü’nde saz çalan da, kanun, keman, kemece, kabak kemani çalan da, filüt, ney, mey üfleyen de var. Ankara, İzmir Radyolarına ses sanatçısı olarak giren de... Yetişen onca müzik öğretmeni, Beşikdüzü’ne hizmet için gelen müzik öğretmeni de. Fakat bir “müzik derneği” olmadı. Onca müzik insanı içerisinde, onca enstrüman çalan insan bulunmasına karşın, onları birleştiren irade ortaya konulmadı. Zaman zaman “müzik insanlarından” koro kurmalarını, bizim gibi müziği gönülden duyanları çalıştırmalarını çok istedik, ama hiçbirinde başarılı olamadık. Ne dernek kuruldu, ne de koro.
2023’ün sonuna doğru Beşikdüzü Halk Eğitimi Merkezi bünyesinde Fatma Öncü Hanımefendi Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği korolarını oluşturdu. Çok büyük bir eksikliği gidererek Beşikdüzü’ne bir zenginlik kattı. Kendilerini ve tüm emeği geçenleri kutluyorum, daha da geliştirilerek büyük bir organizasyona dönüşmesini diliyorum. Beşikdüzü’nde bu potansiyel var. Yeter ki, Fatma Öğretmen yalnız bırakılmasın, desteklensin. Bu yılki çalışmalarını kabak kemaniyle destekleyen Emrullah’a, Sazlarla Ahmetlere ve Metin’e, kemençeyle Selahattin’e çok teşekkürler ediyorum…
Sayın Belediye Başkanı Cahit Erdem Bey’in elindeki olanakları kullanacağına, destek verip bu onurlu hareketi yaşatacağına inancım sonsuz.
Mayıs sonuna doğru konserleri olacak. Seçkin eserlerden oluşan repertuarını dinlemeye gelenlerin çok sayıda olacağına inanıyorum, başarılarını kutluyorum.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…
NOT: “Fasa fiso”, değeri ve önemi olmayan, değersiz şey, boş (söz) anlamındadır.
TURAN BAHADIR [email protected]