Tırablus’ta öldük, Bingazi’de, Balkanlarda;

Kafkasya’da öldük, Hicaz’da Yemen’de;

Çanakkale’de öldük, Anadolu’da, Kurtuluş Savaşı’nda,

Başımız eğilmedi, düşürülmedi öne. 

Yedi düveldi düşman, İngiliz, Fıransız, Yunan;

Hintliydi, Avusturalyalı, Yeni Zelandalı.

Hainlerdi, isyancılardı, bölücülerdi, sömürücülerdi.

Özgürlük, bağımsızlık, insanca yaşamak bayrağımızdı…

Boşuna değildir “acılı” şarkıları, türküleri sevmemiz.

Her biri bir cepheyi, her biri bir alayı, bir anıyı anlatır.

Hala aramızdadır İstiklal Madalyalı kahramanlar,

Şafak aydınlığının onur belgesini taşırlar göğüslerinde. 

Yüzlerce gemiyle geçilemedi Çanakkale.

Pek çoğu gömüldü Boğaz’ın karanlık sularına.

Çok ustaydı Nusret mayın dökmede;

Mondros Dolmabahçe’ye gelene kadar…

Gökyüzü dumanlıydı kimi çakallar için;

Bazıları çok severdi böyle havayı.

İstanbul çiçeklerinin boynu büküldü.

Her türlü onursuzluğu yaşadılar Sevr yırtılana kadar. 

Millet ağlıyordu, Cevat Abbas’ın gözleri yaşlı;

Halide Edip Sultan Ahmet’te yere göğe sığmıyordu. 

55 Parçalık demir yığını arasından geçerken,

Mustafa Kemal sesleniyordu Anafartalar’dan, Conk Bayırından:

“Ağlama çocuk” diyordu, “geldikleri gibi giderler.”

Direndik ölümüne karanlığa, 

Şafaklara inanmayanlara inat direndik:

Kalleşliğe, sahtekarlığa, işbirliğine, ihanete.

Yıldırmadı baskılar, yokluklar, savaşlar.

Direndik Orta Çağa, direndik devrimleri yok sayanlara.

Aydınlıktan kaçtılar, ışığa düşman oldular,

Bağımsızlık, haklar, özgürlükler yoktu dünyalarında,

Çağdaşlık akıldı, bilimdi, oturdu midelerine, sindiremediler.

Takılıp kaldılar Orta Çağ çengeline.

Depremlerde öldük, sellerde, maden kazalarında,

Kader dedik bilmeden, önlem almadık.

Veremler, frengiler, çiçekler, vebalar, koleralar,

Babasız bıraktı çocukları, toplumu yoksul.

Naralar, ışıklar, çığlıklar yükseldi Beyoğlu’ndan,

Her gün bayram yaptı azınlıklar, Levantenler, Türkler değil.

Namus, ahlak, şeref, doğruluk, dürüstlük,

Ayaklar altında kaldı çiğnenirken başkentin sokakları.

“Çanakkale geçilmez” dendi korkunç bir bencillikle,

Yalan konuşuldu, saltanat kandırdı halkı.

Kukla oldu Padişah İşgal Komiserliğinin elinde.

Devleti korumak Saray’ı kurtarmaktı yaptıkları işlerde.

620 yılın mirası köşkler, yalılar, camiler, saraylar,

Durmadan övündüğümüz fetihler, kahramanlıklar,

Bilim duvarına çaktığımız bir çivi yoktu, 

İnsanlara yardım için yaptığımız bir fabrika,

Talanla, yağmayla, ganimetle yediğimiz ekmekten başka.

Elimizden uçup gitti topraklar, kırallıklar.

Dört işlemi yaptık: Topladık böldük, çarptık çıkardık; 

Elde kalan hastalığımız, açlığımız, borçlarımız, cehaletimiz, 

Bir de değerini bilmediğimiz Anadolu ve Cumhuriyet.

On altı devleti yıkıp yapmaktan vakit bulamadık,

Bilime, düşünmeye, ders almaya tarihten.

“Biz değil kaderdi yapan”, avunduğumuz uzayan gölgemizdi.

Sustuk kimi zaman, kimi zaman da yalan söyledik,

Gemileri “durdurduk”, ama Mondros’u durduramadık. 

Boğazı zorlanmadan geçen Mondros’tu görmezden geldiğimiz;

Çiğnenen iki yüz elli bin insanımızdı, civanımız, on beşlimizdi.   

Dolmabahçe’nin önünde demirleyen utancımızdı, yüz karamızdı;

Padişahın, Sarayın, Osmanlı’nın güçsüzlüğü, acizliğiydi…

27 ay, 24 gün sonra / geldikleri gibi çekip gittiler İzmir’den.

Yok oldular İnönü’de, Sakarya’da, Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda.

Yaktılar, yıktılar, ırza geçtiler, acı bıraktılar çekildikleri her yerde.

Çiçekler açtı, güneşler doğdu kurtuluşa eren ülkemin üzerinde.

Yayıldı Ankara’dan çağdaşlık andı insanların gönlüne.