Tek kutuplu dünyanın çöküşünün engellenmesi çabaları hızlandı. Ukrayna-Rusya savaşı ve İsrail’in Filistin ve Lübnan saldırıları son bir yılın öne çıkan adımları olarak görülüyor. Aslında bir 3. Dünya Savaşı’ndan söz etmek abartı olmamalı. Ukrayna ve İsrail’in arkasında/yanında ABD’yi, NATO’yu görmek bu saptama için yeterli. Elbette Türkiye gibi kimi ülkelerin ikircikli tutumuna karşın direnen ve birleşmeye çalışan mazlum uluslar/halklar, devletler de kuşkusuz önemli bir güç.

         Dünya jandarmalığını yitiren ABD, ilgili ülkeleri ve yasadışı örgütlenmeleri direk ya da dolaylı destekle öne çıkarmakta. Yüksek savaş teknolojisiyle İsrail ve Ukrayna’yı, birtakım terör yapılanmalarını ve istihbarat örgütlerini destekleyip donatarak saltanatını bir süre daha sürdürmek amacında. Bu arada karşı güç olarak gördüğü ülkelerin de bir araya gelmelerini engellemeyi sürdürüyor. Özellikle Asya ve Afrika ülkeleri başta olmak üzere mazlum ve Emperyalizm karşıtı ülke ve güçleri etnik, dinsel-mezhepsel yönleriyle kışkırtmaya özen gösteriyor.

          Son İsrail saldırıları ve direniş merkezini oluşturan başta Lübnan Hizbullah’ı, Hamas, FKÖ gibi direniş örgütlerini mezhepsel saiklerle gerici ve terör örgütü nitelemeleriyle gözden düşürmeye çalışmakta. Emperyal Batı’dan pompalanan bu kara propaganda ne yazık ki ABD/NATO karşıtı güçlerin bir bölümünün kafasını karıştırmakta. Kendini “sol”, “sosyalist”, özellikle “sosyal demokrat” dahası “Kemalist” olarak tanımlayan/niteleyen kimi parti ve çevreler siyasi çizgi/denge yitimine uğramakta. Terk edilmesi gereken “Denge” siyasetine yönelmekteler. Bunun açık görüntüsü, “ne ABD ne RUSYA ne ÇİN” söylemine sıcak bakan yaklaşımdır! Bu ezilen dünyaya sırtını dönme ile ABD/NATO/Emperyalizme destekten başka bir şey değildir!

          Oysa Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı olabilmenin önkoşulları nettir. Birtakım sorulara doğru yanıt vermeden, gerçekçi çözümleme/tahlil yapmadan İsrail’e de ABD’ye de karşı savaşım yetersiz kalır. Öncelikle Siyonizm’e karşı birlik, Arap Birliği olan BAAS Milliyetçiliğinden geçer.

           Arap Birliği’nin mimarı İslam Sosyalisti Cemal Abdülnasır’dır. Arapların/Filistinlilerin Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı FKÖ’nü kurmaları ulusçuluğun önemli bir adımıdır ve Abdülnasır tarafından desteklenmiştir. Daha sonra İslam Sosyalizmine, Arap BAAS hareketine, İsrail ve Batı merkezli saldırılar yoğunlaşmış. Arap Ulusçuluğunun/Birliğinin, bağımsızlık yanlısı önderleri baş düşman ilan edilmişti, ABD/NATO ve İsrail tarafından.  MISIR, IRAK, LİBYA, İRAN, LÜBNAN önderlerinin öldürülmesi, yönetimlerin değiştirilmesi bu stratejiye uygun adımlardır. Buna paralel dinsel yapıların desteklenerek öne çıkarılmaları ve bütün bunların sonucu ortaya çıkan bölünme ve çatışmalar silsilesi birçok Arap ülkesinin ABD’nin dümen suyuna girmesine yol açtı.

         Bu gelişmeler karşısında ülkemizi yönetenler çoklukla dik duramayarak ABD ve Batı’nın -EMPERYALİZM- politikalarına alet olmuşlar, ulusal ve bölgesel çıkarlarımıza da aykırı davranmışlardır.

      Yakın tarihimizde Irak’ın işgaline ve bölünmesine “bir koyup üç alma” çıkar hesaplarıyla destek verenler unutulmamalı!

      Bu sayede komşu Irak’ın başta petrol olmak üzere bütün yeraltı ve yerüstü varlıklarını talan eden ABD ve bileşenlerine uşaklık/bekçilik yapanlar nasıl unutulur?

      Aynı anlayışın devamı, yeni görünümüyle, Libya’nın işgaline, talan edilmesine, parçalanmasına üç kuruş için destek vermedi mi?

      Suriye’nin parçalanması ve yönetimin yıkılması için oluşturulan “Özgür Suriye Ordusu”na dün ve bugün destek verenler kimlerdir?

     Bugün “Özgür Suriye Ordusu”’nun ve birtakım mezhepsel oluşumların Lübnan Hizbullah önderi Hasan Nasrallah’ın katledilmesine sevinmeleri çok düşündürücü değil mi?

          Tarih bilincinden yoksun kimi bilgi fukaraları da Türkiye’deki insanları betona gömen Hizbullah örgütlenmesiyle Lübnan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı için direnişin sembolü olan yasal Lübnan Hizbullah’ını bir görmekte!  Bulundukları toprakların sosyolojik gerçekliğinden hareketle bağımsızlık/özgürlük savaşımı veren, bunun yanında kimi etnik ve dinsel önermeleri/yargıları benimseyen yapılanmalar emperyalizme vurdukları darbeler ölçüsünde takdir edilmeli, desteklenmeli. Yoksa yanlış mı bu sav? Ayrıca kendi toplumsal yapılarını oluşturma sürecinde yanlarında durarak uygar bir toplum, çağdaş bir ulus olma çabalarına katkı ve destek verilmemeli mi?

          Bu arada Emperyalizm karşıtlığını söylem ve hamaset dili olarak sadece iç politikaya dönük kullanan, Tarikat/Cemaat yapılanmalarına sürekli göz kırpan, dahası eğitimi onlara bırakan, mezhepsel kaygıları önde tutan AKP’nin de sonunu hızlandıran sosyal/siyasal bir gerçekliği görmek/saptamak gerekir. Yeniden biçimlenmesi zorunlu görülen çok kutuplu dünya siyaseti, AKP’nin sürdürmeye çalıştığı “denge” politikasının yanlışlığını da gösteriyor. ABD/NATO’dan ayrılamayan, İslam dünyasına mezhepsel bakan, Tarikat/Cemaat yapılanmalarıyla varlığını sürdürmeye çalışan ve iç gerginlikten yarar uman ve bunu körükleyen bir anlayış… Yetmezcesine din ve mezhep düzleminde bir İslam birlikteliği oluşturma çabası bugünkü hükümetin en büyük açmazı.  Mezhep ve din merkezli birlik oluşumları Emperyalizmin kolay at oynattığı alanlardır oysa.

        Filistin-Gazze, Lübnan direnişlerine destek amacıyla yurdun birçok ilinde yapılan İsrail-ABD karşıtlığını siyasal bir düzleme oturtmak, Emperyalizm karşıtlığını siyasal bir önderliğe dönüştürmek öncelikli görev bilinmeli!

        Bugün Ortadoğu’ya, Filistin’e-Gazze’ye, Lübnan’a din ve mezhep gözlüğüyle bakmak büyük bir yanılgıdır ve ülkemiz için tehlikeli bir süreçtir! ABD ve Emperyal sistemin tam da istediği budur; etnik, dinsel, mezhepsel böl, parçala, kırdır!

                                                                                                           -Yarınlar Güzel Olacak-