Maalesef bölgemizde her yıl sel felaketi yaşanıyor. Yaşananlardan ve yapılanlardan kimse ders çıkarmıyor. Ders çıkarmak şöyle dursun, mahallelerde gelişi güzel yollar yapıyor, kontrolsüz ve plansız inşaatlar yaparak dere kenarlarına yapılaşmaya devam ediyoruz. Geçmişte yaşadıklarımızı unutuyor ve aynı yanlışları tekrarlıyoruz.

Şehit kanlarıyla sulanmış bu toprakların değerini zaman geçmeden anlamalıyız. Toprağın değerini kaybettikten sonra anlamak çok acı verici olur. Çünkü toprak, ana ve vatan olarak değerlidir. Âşık Veysel'in tabiriyle sadık yar olan toprak, bitki, hayvan ve mikroorganizmaların doğal konutu ve besin kaynağıdır. Toprak, yağış sularının doğal süzgeci, yer altı sularının deposu ve madenlerin hazinesidir. Kültür ve doğa tarihinin arşividir. Toprak, ölümün sessizliğini ebedileştirmek için yerküremiz üzerine giydirilmiş paha biçilmez bir elbisedir. Ve toprak, uğruna kan dökülüp can verilen "vatan" adı altında bayraklaşmış kutsal ve ulusal bir servettir. Vatan ve toprak ilişkisi, merhum milli şairimizin dizelerinde gerçek anlamını bulmuştur:

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Toprağın erozyonla akıp gitmesini önlemek için ormanları koruyarak çoğaltmalıyız. Doğu Karadeniz Bölgesi, ülkemizin en fazla yağış alan bölgesi olması itibarıyla maksimum yağış miktarı açısından dikkat çekici bir coğrafyadır. Bu gerçeği yeni yollar açarken ve beton yollar yaparken dikkate almak zorundayız.

Dere yatakları ve menfezler, yağmur yağdığında aklımıza gelir; daha öncesinde değil. Halbuki yağmur memleketinde yaşıyoruz. Her yaz sonu ve kış başında mazgallar temizlenmeli ve ırmakların kirletilmesi veya gelişigüzel doldurulmasının önüne geçmeliyiz. Doğayı sevmeli ve korumalıyız ki doğa bize acılar yaşatmasın. DSİ bölge müdürlüğünün bünyesindeki sel ve taşkın müzesini çocuklarımız, gençlerimiz ve sorumlu her birey ziyaret ederek bilinçlenmelidir.

“Coğrafya kaderdir.” sözüne pek inanmam aslında. Kader bir tarafa, doğa olaylarını afete biz insanlar kendi ellerimizle bile bile çevirmiyor muyuz? Teknoloji gelişse de uyarı sistemlerimiz pek gelişmiyor ya da zamanında olmuyor. Önlem alma konusunda uyarılar kulakta kalırken, yaşananlar hafızalardan kolay kolay silinmiyor. Toplum olarak, bizim için kültür ve inanç erozyonu kadar önemli olan bir durum da toprak erozyonudur.

Hep sözde kalıyor ama yine de söyleyelim: Eyvah demeden, geç kalmadan, önlem alalım ve bilinçli olalım. Hep beraber doğayı koruyalım. Bir de bilgi ve bilinç eksikliğimizden bahsetmek istiyorum. Artık ülke olarak deprem kuşaklarının üzerinde olduğumuz gibi, bölgemiz de heyelan, sel ve su taşkınlarının çokça yaşandığı bir bölge. Bu afetlere karşı, öncesi, afet anı ve sonrası için bilinçlenmek ve hazırlanmak gerek. Yerel yönetimlerimiz plan dahilinde afet eğitimi, arama kurtarma ve afet koordinasyonu gibi önemli konularda gerekli hazırlıkları ve gerekli eğitimleri almış donanımlı ekipler oluşturmalıdır. Dünya dijital çağı yaşarken, havzalarda erken uyarı sistemlerinin hala devreye sokulmamış olması gerek. Afet yönetimi ve kriz yönetimi konusunda deneyimli uzmanlar yetiştirmeliyiz.

Arazilerin topografik yapısı dolayısıyla yağan yağmurun çok hızlı bir şekilde derelere ulaşarak kontrolsüz bir güç haline geliyor. Bu yüzden bölgede çok önemli yaşamsal ve ekonomik riskler ve zararlar oluşturan bu tür olaylar yıllardır devam etmektedir. Artık radikal kararlar alarak, afet sonrası yaraları saracağız söyleminden öteye geçilmelidir.

Bölge olarak önlem anlamında strateji ve projeksiyonlar oluşturup takibi yapılmalı. Dahası, geçmişten ve yaşananlardan ibret almalı; idarecilerimiz ve kanun yapıcılar afetlere karşı önceden önleyici tedbirleri artırmalı. Yaşananlardan ibret almalı ki daha acılarını yaşamayalım. Rabbim tüm insanlığı, başta sel afeti olmak üzere doğal afetlerden korusun.