Fransa’nın başkenti Paris’te 17 yaşındaki bir gencin trafik polisinin dur ihtarına uymamasının ardından öldürülmesi sonrası ülkede her zamanki gibi şiddet gösterileri başladı. Fransa'da 27 Haziran'da Nael M. isimli genç sürücünün polisin açtığı ateş sonucu ölmesinin ardından Paris ve Marsilya başta olmak üzere birçok kentte halk sokağa döküldü. Şehirlerin her yerinde yağmalar başlarken, yerleşim alanlarının birçok noktasından da dumanlar yükseldiği görüldü. Nael'in ölümüne tepki gösterenler ülke genelinde farklı kentlerde sokağa indi. Bütün dünyanın televizyonlardan seyrettiği; araç, çöp bidonları ve farklı binaların yakılması ve ateşe verilmesi, Fransa’nın bir iç savaşa doğru evirilebileceği endişesini ortaya koymaktadır.

Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darman durumun vahim olduğunu açıklayarak birçok gözaltı ve güvenlik güçlerinden de yaralılar olduğunu söyledi. Sokak olaylarının engellenmesi için ülke genelinde toplu taşıma seferleri durduruldu. Bazı bölgelerdeki eğlence ve festivaller de iptal edildi. Göstericiler arasında çok sayıda genç ve çocuk olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Macron ise ailelere, “Çocuklarınızı evde tutun” diye seslendi. Bu açıklama aileleri daha da çok kızdırmış ve devletin sorumluluklarından kaçma olarak yorumlanmıştı.

Benzer sebeplerden 2005 yılında Fransa’da başlayan ve üç hafta devam eden olayların tecrübesine de sahip Fransa’nın bu sefer işi çok daha zor görülmektedir. Çünkü olaylar bir “öfke patlaması” şeklinde görülüyor ve patlayan baraj sularının önüne gelen her şeyi sürükleyip yok etmesi gibi gelişmeler şekline devam ediyor.

Bu olaylar aslında Fransa’nın çirkin “sömürge tarihi” ile er ya da geç yüzleşeceğinin bir göstergesidir. Fransa on yıllarca özellikle fakir Afrika ülkelerinin, Ruanda’dan, Cezayir’e kadar yeraltı ve yer üstü kaynaklarını sömürmüş, bu da yetmemiş insanlarını köleleştirerek kendi ülkesine getirip angarya işleri yaptırmış ve onlara insanca yaşama hakkı tanımamış bir ülkedir. Dillerine, kültürlerine, inançlarına müdahale ederek onlara dünyayı zindan etmiştir! Gücün karşısında çaresiz kalan on binlerce insanın on yıllarca içinde biriktirdikleri bu adaletsiz sömürü düzenine karşı duydukları kin ve husumet işte böyle basit gibi gösterilmeye çalışılan bir olayda bile hemen kargaşaya ve karışıklığa sebep olacak devlet düzenine ve güçlerine ölümüne başkaldırıyla Fransa’yı tehdit edecek bir boyuta ulaşabilecektir. Üç buçuk milyon mülteci ve onların beklentilerine adaletli bir şekilde cevap veremeyen Fransa’nın; taşan baraj sularının oluşturacağı sellerden kendisini kurtarması çok zor görülüyor. Hatta bunu “polisiye tedbirlerle” başarması bu saatten sonra imkânsızdır. Sade Fransa’mı? Elbette ki hayır!

Çok yakın bir gelecekte, ayni çirkin geçmişe sahip olan başta Amerika olmak üzere; İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Çin, Almanya ve Rusya’da ayni akıbeti paylaşmaktan kurtulamayacaktır. Çünkü bu devletlerde uzun yıllar ayni sömürge anlayışı ile başka başka milletlerin varlıklarını çalarak ülkelerine taşımışlar, insanlarını köle olarak; hak ve hürriyetlerinden mahrum yaşatmışlardır. Adalet er ya da geç tecelli edecektir. Biz buna inananlardanız.

Burada önemli bir soru akla gelmektedir. Bugün Türkiye’de de yaklaşık 13 milyon mülteci-göçmen bulunmaktadır Bu durum da Türkiye de tehdit altında değil midir? Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; benim gibi bütün Türk milliyetçileri, Türkiye’nin demografik-nüfus yapısını olumsuz etkileyen düzensiz göçmen girişine kesinlikle karşıdır. Bu da yetmiyormuş gibi, parasını Avrupalıların verdiği; okumuş aydın meslek ve sanat sahibi olanlarını kendilerinin alıp, beceri ve ülkemize katkı yönünden bir artısı olmayan on binlerin şu ya da bu sebeplerle ülkemizde kalmasından da son derece rahatsızız. Bunun böyle bilinmesini ve bakış açımızın dikkate alınmasını beklemek elbette ki, bu vatan için tarih boyunca bedel ödeyen milletimizin evlatları olarak bizlerin en tabi hakkıdır.

İşin diğer yönü ile ilgili yaklaşımımız ise belki çoklarının tuhafına gidecek ama şöyledir; Türkiye’ye bir şekilde gelen insanlar, Türkiye tarafından ülkeleri sömürülüp, dilleri ve dinleri zorla değiştirilen ülkelerin insanları değildir. Hakları ve insanlık onurları Türkiye tarafından rencide edilmemiş, yer altı ve yer üstü kaynakları Türkiye’ye taşınmamış olduğu için, Türkiye de bulunan yabancıların Avrupa’daki benzer mazeretleri öne sürerek başkaldırıları “sosyoloji ilminin” gerekçelerine ve tarihi gerçeklere uygun düşmemektedir. Gelenlerin, herhangi bir sebepten dolayı ülkemize ve insanımıza kin duyacak bir gerekçelerinin olmadığını bütün dünya gibi bizlerde bilmekteyiz. Buna rağmen “devlet aklının” hiçbir zaman tedbiri elden bırakmaması ve göçmenler üzerinden yapılabilecek düşmanca tahriklere karşı; tarihi tecrübelerin bize miras bıraktığı yaklaşım bu topraklardaki varlığımızın ebediyete kadar devam etmesinin garantisi olacaktır.

Şimdi durup düşünelim ve soralım;

Fransa’da neler olmuyor ki! Ve dünyada da daha neler olmayacak ki!