Büyük dağın boranı da büyük olur derler. Türkiye büyük devlet ama problemleri de büyük!

Türk milleti, köklü tarihi ve zengin kültürel yapısıyla tarih boyunca, dünya sahnesinde özel bir konuma sahip olmuştur. Ancak, 21. yüzyılın hızla değişen dünyasında milletimiz birçok yapısal sorunla karşı karşıyadır. Türkiye’nin siyasi, ekonomik, uluslararası ilişkiler, eğitim, toplumsal barış, adalet ve özgürlükler alanlarındaki başlıca problemlerinin çözülmesi kolay olmayacaktır, ancak imkansız da görülmemelidir.

Türkiye’de siyasetin kutuplaşma üzerine kurulu yapısı, sosyal dinamiklerin uyumunu zayıflatmakta ve halkın bir kısmında sistemden uzaklaşma hissi uyandırmaktadır. Siyasetin çoğunlukla kısa vadeli çözümler ve popülist yaklaşımlar üzerine kurulması, yapısal reformların önünde bir engel oluşturuyor. Genellikle geri kalmış ülkelerin kaderi denilebilecek en önemli psikolojik travmaları bu yaklaşım ve tercihlerdir.

Siyasi katılımın teşvik edilmesi ve çoğulculuğu destekleyen bir siyaset yapısına geçiş, bu kutuplaşmanın azalmasında kritik öneme sahiptir. Partiler üstü uzlaşmalar, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramlar gündelik siyasetin merkezine alınmalı ve toplumun tamamını kapsayan bir siyaset anlayışı benimsenmelidir.

Güç bende, ben ne dersem o olur anlayışının baskıladığı özgürlüklerden yoksun bir toplumun sağlıklı davranması ve düşünmesi mümkün değildir.

Türkiye’nin ekonomisi son yıllarda döviz kurlarındaki dalgalanmalar, enflasyon, işsizlik oranları ve gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi yapısal sorunlarla mücadele etmektedir. Üretim yerine tüketime dayalı bir ekonomi modeli ve kısa vadeli çözümler uzun vadede sürdürülebilirliği zayıflatmaktadır. Türkiye’nin ekonomik kalkınması için üretime dayalı bir ekonomi modeline geçiş yapılmalıdır. Ar-Ge ve inovasyon yatırımları arttırılmalı, yerli sanayi desteklenmeli ve eğitimli iş gücünün gelişimine yatırım yapılmalıdır. Bu sayede uzun vadede istihdam artırılabilir, refah seviyesi yükselebilir ve gelir dağılımındaki dengesizlikler azaltılabilir.

Toplumsal gelir dağılımını adalet üzere sağlayıp, tüketim ekonomisi yerine üretim ekonomisi anlayışını güçlendirecek yatırımların acilen yapılması gereklidir. Yol ve bina yapma önceliklerimiz; fabrika ve sanayi ile tarımsal üretime acilen dönüştürülmelidir.

Türkiye, son yıllarda özellikle Batı ile olan ilişkilerinde sorunlar yaşamaktadır. Jeopolitik konumu itibarıyla Doğu ve Batı arasında köprü işlevi gören Türkiye, bu konumunu hem avantaj hem de risk olarak tecrübe etmektedir.

Dünya enerji koridorunda bulunan Türkiye, gizli-açık emperyalist emellerin hedefi durumundadır.

Türkiye’nin dış politikada dengeli bir yaklaşımı benimsemesi ve çok yönlü bir strateji izlemesi gerekmektedir. Diplomatik ilişkilerde tutarlı, öngörülebilir ve güvenilir bir profil çizilmesi, uluslararası arenada Türkiye’nin etkinliğini artıracaktır. Özellikle AB ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve bölgesel sorunlara yönelik çözüm odaklı yaklaşımlar, Türkiye’nin küresel alanda daha sağlam bir konuma gelmesini sağlayabilir.

Amerika’da yapılan yeni seçimlerin sonuçlarına göre konum alıp, milli çıkarlarımızın tahkimatını tamamlamalıyız.

Türkiye’nin eğitim sistemindeki temel sorunları, müfredatın güncel ihtiyaçlara cevap verememesi, eğitimde fırsat eşitsizliği ve gençlerin uluslararası düzeyde rekabet edebilecek donanımlara sahip olmaması olarak özetlenebilir. Ayrıca nitelikli okul imkanı, beslenme ve barınma yetersizlikleri, eğitimde niteliksel düşüş, uzun vadede Türkiye’nin toplumsal yapısına ve ekonomik kalkınmasına zarar vermektedir. Devletin milli eğitiminde; sivil toplum kuruluşları adı altında, çeşitli vakıflar ve derneklerin etkili ve yetkili hale getirilmesi, hiç olmadığı kadar sosyal barışı da olumsuz etkileyen bir süreci başlatmış bulunmaktadır.

Eğitimde kaliteyi artırmak adına müfredatın çağın gereksinimlerine göre yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Ezbere dayalı sistem yerine, analitik düşünme, problem çözme ve yenilikçi düşünceye dayalı bir eğitim modeli teorik olmaktan çıkarılıp gerçek ve uygulanabilir, sonuçları ölçülebilir hale getirilip teşvik edilmelidir. Ayrıca, fırsat eşitliğini sağlamak için kırsal bölgelerdeki okulların hızlı bir şekilde yeniden açılıp, eğitmenlerin desteklenmesi önem arz etmektedir. Ekonomik sıkıntılar içerisinde olan geniş halk kitlelerinin ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimdeki çocuklarının, nitelikli okul, beslenme ve barınma ihtiyaçları devlet tarafından mutlaka sağlanmalıdır

Türkiye’nin toplumsal yapısı, etnik, dini ve kültürel çeşitlilik bakımından zengin bir mozaiktir. Ancak, bu zenginlik, toplumsal barışı tehdit eden kutuplaşmalar, ötekileştirme ve dışlayıcı söylemlerle zaman zaman sorunlara yol açabilmektedir. Son yıllarda bunun tetikleyici sebebi; düzensiz ve kontrolsüz mülteci akını olmuştur. Siyasette kısa vadeli oportünist yaklaşımlar toplumsal hafızayı yanıltmakta ve sağlıklı tercih yapılmasını engellemektedir.

Toplumsal barışı sağlamak için, toplumun farklı kesimleri arasında iletişimi ve anlayışı teşvik eden politikalar geliştirilmelidir. Medya, bu anlamda büyük bir sorumluluk taşır ve toplumun farklı kesimlerini kucaklayan bir dil kullanılmalıdır. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve ailelerin toplumsal barışa katkı sağlayacak faaliyetlerde bulunması teşvik edilmelidir. Topluma her defasında doğru bilgi verilmeli, kişi, grup ve siyasi kurum beklentileri topluma dayatılmamalıdır!

Milli çıkarlarımız ve demografik yapımızın geleceği açısından bu problemin, bilimsel metotlarla mutlaka çözülmesi ve mültecilerin geldikleri ülkelere gönderilmesi kaçınılmaz olmuştur.

Adalet sistemine duyulan güvenin azalması, toplumun temel hak ve özgürlüklerini koruyan hukuki yapıyı zayıflatmaktadır. Yargı bağımsızlığının tartışılması, hukukun üstünlüğü ilkesinin gölgelenmesi, vatandaşların haklarını aramada zorluk çekmelerine sebep olmaktadır.

Önemli davalara bakan yargıçların, istenilen sonuçların alınamayacağı düşüncesi oluştuğunda tayinlerinin yapılabilmesi, adalet kavramını korkusuzca uygulayacak olan yargı mensuplarının önündeki en önemli engel olarak durmaktadır.

Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi, adalet sisteminin reforme edilmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Adalete erişim kolaylaştırılmalı ve hızlandırılmalı, özellikle de dezavantajlı grupların hukuki haklarına erişimlerini sağlamak için özel programlar geliştirilmelidir.

Bütün bunların ötesinde ve üstünde, yargıçların, aniden görevden alınıp, yerlerinin değiştirilmesi gibi hukuk dışı uygulamalardan uzak durulması elzemdir.

Özgürlükler Konusunda

Türkiye’de son yıllarda ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerde kısıtlamalar yaşandığı gözlemlenmektedir. Aslında bu yaklaşım, Ortadoğu ülkelerinin ortak kaderi gibidir. Bu durum, toplumun kendini özgürce ifade edememesi, eleştirel düşüncenin ve yenilikçi fikirlerin gelişimini engellemektedir. Statükoculuk, bilimsel gelişme ve özgür düşüncenin önündeki en önemli engeldir.

Özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi için hukuki düzenlemeler yapılmalı, ifade özgürlüğü konusunda daha toleranslı bir anlayış benimsenmelidir. İfade özgürlüğü ile, yasalara uyma zorunluluğunun sınırları çok net belirlenmelidir. Bağımsız basının gelişmesi, sosyal medyanın özgürce kullanılabilmesi ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanlarının devlet işlerine karışmak, ortak olmak ya da devletten güç deşirme çalışmaları dışında genişletilmesi, bireylerin kendilerini özgürce ifade edebilmelerini sağlayacaktır.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu sorunlar, birçoğunun derinlemesine kök salmış olması nedeniyle kısa vadeli çözümlerle değil, uzun vadeli ve yapısal reformlarla aşılabilir. Siyasi, ekonomik, toplumsal ve hukuki alanda yapılacak köklü değişiklikler ve halkın desteği ile Türkiye, daha adil, daha refah ve daha huzurlu bir ülke haline gelebilir.

Yönetim erkini elinde bulunduranların öncelikle, liyakat ve adalet merkezli düşünüp, uygulamada buna titizlikle uymaları en önemli toplumsal beklentimizdir.