Türkiye’nin coğrafi konumu, terör örgütlerinin faaliyetleri ve komşu ülkelerdeki savaşlar, siyaseti doğrudan etkileyen güvenlik sorunlarını beraberinde getiriyor. Siyasetçilerin, bu tür krizlerde toplumun tüm kesimlerine güven veren bir duruş sergilemesi oldukça zordur. Siyasi rekabetin sertleşmesi ve kutuplaşmanın artması, toplumda güvensizliğe neden olabiliyor. Seçmenler, siyasi aktörlere olan güvenini kaybettiğinde demokratik süreçler zayıflar. Bu durum, sadece siyasetçilerin değil, tüm toplumun zarar göreceği bir çıkmaz yaratır. Bu kavşakta, topluma yön veren siyasi aktörler durup iyice düşünmelidir. Sözde değil, gerçekte önemli olan; parti çıkarları mı yoksa ülke çıkarları mı?

Siyasetin zorlu koşulları, bazı siyasetçileri popülist politikalara yöneltebilir. Bu durum, uzun vadede demokratik mekanizmaların zayıflamasına ve otoriter eğilimlerin güçlenmesine yol açabilmektedir.

Siyasetin zorlu doğası, genç ve yetenekli bireylerin siyasete girmekten çekinmesine neden olabiliyor. Baskılar, saldırılar ve yıpratıcı süreçler, idealist siyasetçilerin önünü kesebilir. Nitekim bunu ülke olarak bugün çok olumsuz bir şekilde yaşamaktayız. Nice kabiliyetli gençler, siyasetin karanlık labirentlerine girmekten çekindikleri için onların birikimlerinden ve enerjilerinden yararlanamıyoruz.

Siyasi belirsizlikler, ekonomik istikrarsızlık ve kutuplaşma, toplumsal hareketliliği azaltabilir. İnsanlar, geleceklerini güvende hissetmediğinde siyasete katılım azalır ve toplum apolitik bir yapıya bürünebilir. Bu olumsuz gidişin farkına geç varılması, iktidar hırsını elinde bulunduranların işine gelebilir; ancak her süreçte kaybeden milletimiz olmaktadır.

Milletimizin bütününün etkilendiği bu olumsuz gidişi değiştirmek için, toplumun farklı kesimlerini kapsayan ve kutuplaştırıcı dilden uzak bir siyaset anlayışı benimsenmelidir. Siyasetçilerin, ortak değerler üzerinden toplumu birleştirme çabaları, her zaman demokrasiyi güçlendirecektir.

Bu günlerde çok tartışılan ve birçok eleştiri alan yargı bağımsızlığını güçlendirmek, demokratik sürecin şeffaf ve güvenilir işlemesini sağlar. Bu da siyasetin üzerindeki yargı kaynaklı baskıları azaltır. Medeni bir ülke olmanın önemli bir başlangıç noktası budur. Bunu mutlaka sağlamalıyız. Yargı bağımsızlığı, demokratik hayatın olmazsa olmazıdır. Eğer demokrasiye inanıyorsak!

Medya organlarının özgür ve tarafsız olması, siyasetçilerin üzerindeki kamuoyu baskısını daha dengeli bir hale getirebilir. Medyanın denetim mekanizması olarak adil bir şekilde çalışması sağlanmalıdır. Medya organları, siyasi kurumlar arasında paylaşılmış ve yaklaşımları önceden bilinen yayınlardan uzak tutulmalıdır.

Ekonomik istikrar, siyasetin üzerindeki toplumsal baskıyı azaltır. Siyasetçiler, ekonomik sorunları çözerek daha etkili politikalar geliştirme fırsatı bulabilirler. Ancak bunu yapmayıp, hayal vaat eden anlayışlarının çatışmasının bedelini ne yazık ki halkımız fazlasıyla ödemektedir.

Türkiye’de siyaset yapmak, tarihi, kültürel ve coğrafi özellikler nedeniyle karmaşık ve zorludur. Ancak bu zorluklar aşılmaz değildir. Siyasetin dilini değiştirmek, kapsayıcı politikalar geliştirmek ve demokratik kurumları güçlendirmek, siyaset yapmayı daha etkili ve anlamlı kılabilir. Unutulmamalıdır ki, zorlukları aşmak sadece siyasetçilerin değil, tüm toplumun ortak çabasıyla mümkündür. Toplumu meydana getiren bireyler, taraf oldukları siyasilerin doğru-yanlış görüşlerini papağan gibi tekrarlamak yerine, ülke ve toplum çıkarları açısından sorgulayarak sahiplenmelidir. Bu yolda atılacak her adım, daha güçlü bir demokrasi ve daha huzurlu bir Türkiye’nin kapılarını zor da olsa aralayacaktır.