O “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır (yaşayacaktır)” sözünü 16 Haziran 1926 tarihinde trenle İzmir’e geleceği gün kendisine karşı düzenlenen başarısız suikast sonrası söylemişti. Türkiye Cumhuriyetinin sonsuza kadar yaşayacağına olan inancı neye dayanıyordu?
20 Ekim 1927’de “Gençliğe Hitabe” ve 5 Şubat 1933’de “Bursa Nutkunda” cumhuriyeti gençlere emanet ederek gençliği cumhuriyetin sahibi ve koruyucusu yapmıştır.
Günümüzde yeni Türkiye çığırtkanları sanırım şu sözlerden bihaberler. “Birinci vazifen Türk istiklalini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” diyen Atatürk, gençlere emanet ettiği Türkiye’nin her daim yeni olduğunu, güncel yaşadığını ifade etmiyor mu?
Bursa nutkunda da “Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunları güçsüz düşürecek bir davranış duydu mu, elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır” diyerek gençliğe olan güvenini vurgulamış, onurlandırmış ve görevlendirmiştir.
Millet, cumhuriyetin temel taşlarındandır ve toplumun en son aşamasıdır. Toplumun millet olabilmesi için üç önemli koşul vardır; milli benlik (milliyet duygusu),milli tarih ve milli dildir. Bunlardan birisi eksikse millet olma özelliği vasfını kaybeder. Atatürk’e göre milli benliğini tanımayan, bulamayan milletler başka milletlerin kölesi olur.
Osmanlı imparatorluğu döneminde Türk milliyetçiliği fikri gelişmemişti, devletin yapısı dini temellere dayandığından vatandaş kendini ümmet olarak görüyordu. Hâlbuki Fransız devriminin etkisi ile ve emperyalistlerin kışkırtmasıyla Arnavutlar, Sırplar ve Araplar kimliklerini hatırlamışlardı.
Türkler kendilerini “cemaat” olarak nitelendiriyorlardı. Milliyetçilik fikri gelişmediğinden de yıkılma kaçınılmaz olmuştur. Mustafa Kemal bu tehlikeyi görerek “Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz” demiş, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasını sağlamıştır.
Atatürk milliyetçiliği ırkçı bir fikre sahip değildi. Nitekim Atatürk “dini, mezhebi, dili ne olursa olsun kendini Türk hisseden, Türk bilen her insan Türk’tür, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye tarif yapmış ve ırkçı milliyetçiliği reddetmiştir.
Atatürk Türk milleti içinde kendilerini Kürt, Çerkez, Laz, Boşnak olarak değerlendiren ve tanımlayan unsurların varlığını da inkâr etmemiştir. Söz konusu unsurların varlığını birçok kez dile getirmiştir. Atatürk’ün Diyarbakır’ın fahri hemşerisi olarak kabul ettiği Diyarbakır gazetesi sahibine “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” sözü, adı geçen unsurları benimsediği, önemsediği ve eşit kabul ettiğine dair çok önemli bir belgedir.
Atatürk’ün Türk Milleti kavramında din farklılığı da bir engel olarak görülmemiştir. Cumhuriyeti kuran halkın arasında gayrimüslim vatandaşlarımızın da olduğu bir gerçektir. Onların içinde işgalcilerin tüm kışkırtmalarına rağmen bu davaya hizmet edenlerin olduğunu da unutmamak gereklidir.
Atatürk, gayrimüslim Rum ve Ermeni vatandaşlarımıza yan gözle ve yabancı yaftalaması ile bakmayı bile çağdaş Türk Milletinin asil ahlakından beklemeyeceğini belirtmekle onları sahiplenmiş ve koruma altına almıştır. Azınlıkları dışlamayı insanlık ve çağdaşlık sorunu olarak görmüştür.
Atatürk mucize bir kurtuluşu ve kuruluşu başarırken milletin ferasetine güvenmiş ve beyninin ve fiziki gücünün tümünü kullanmış ve sağlığını bile ikinci plana atmıştır.
Atatürk zamanında Türkçeye çevrilen ve askeri okulların müfredatına dâhil ettirilen “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabının yazarı Grigoriy Petrov kitabında “Kim olursanız olun, bir tek şeyi unutmayın; ülkenize ve halkınıza, bedeninizin, aklınızın ve ruhunuzun bütün gücünü verin” diye yazar…
Tam da o dönemdeyiz, bütün gücümüzü birlik ve beraberlik içinde ülkemize verme döneminde, Kuvayı milliye ruhuyla yeniden…