Bazı amatör futbolcu adayları, meşin yuvarlağın peşinde en profesyonel üst liglere çıkamadan, o zamanki toprak sahalardan, değişik nedenlerle yıldızlar gibi kayıp, sönerek kaybolmuşlardı...
Bugünlerde yerinde yeller esen o eski Yenicuma Mahallesi’nde, Boztepe’ye güneye doğru ayrılan Konak Sokağında köşede meşhur bir kıraathane vardı ‘’Yırtık Ali’nin kahvesi‘’ Bilir misiniz?
İşte o hizada eski Trabzon Doğum Hastanesi; şimdi ki SSK İl Müdürlüğü’nün tam karşısında iki katlı içeriden merdivenli müstakil dubleks tipli, dışı Trabzon sarısından boyalı! bir evde doğduğunda, asker-sivil sanırım 80 milyon civarında insanın hayatına mal olan 2. Dünya Savaşı daha yeni bitmişti.
Şimdi yarısı istimlak edilmiş,üstünden yol geçmiş Yenicuma Mahallesi’nin çocuğuydu. Bahçesinde nar, incir, ayva, mandalina, Trabzon hurması gibi meyve ağaçlarının olduğu evde dünyaya geldiğinde tarihler 1946’yı gösteriyordu.
Annesi Sotka Mahallesi’nde; Tosun Ailesinin kızlarından rahmetli Asiye Aktaş idi. Ev Hanımıydı. Annesi, babasından sonra rahatsızlığı nedeniyle 83 yaşında tedavi gördüğü Ankara’da annesi de vefat etmişti. Babası Dumlupınar İlkokulu’nda 25 yıl, çeyrek asır öğretmenlik yapmış, zamanın tanınmış eğitimcilerinden rahmetli Niyazi Aktaş idi. Trabzon’daki yavrukurtların, ergenlerin ve izciler grubunun başındaydı. Beyefendi, kültürlü, entelektüel genelde papyon takar, çok da iyi keman çalardı.
Trabzonlu şair, yazar, sanatçı Sunay Akın, hiç unutmam yıllar önce bir TV programında yarım saate yakın, ilkokul öğretmeni olan bu Niyazi Aktaş’ı anlatmış, kendisinin bugünlere gelmesindeki önemli rolünü izleyicilerine aktarmıştı.
Yüzlerce ilkokullu minik öğrenciyi ortaokullara hazırlık için yetiştiren Niyazi Hoca, ilerleyen yıllarda en büyük oğlunun İstanbul’da, Bakırköy’deki evinde yaşarken, 1991 yılında 65 yaşında ömrünün sonbahar başlangıcında hayatını kaybetmişti!
Biri kız, üçü erkek olmak üzere dört kardeşti. Ülker, Metin ve Yüksel diğer kardeşlerinin ismiydi. Ülker ve Metin Ankara’da yaşıyor. Yüksel’de Trabzon Erdoğduspor’da o dönemler sol açık oynamıştı. Sonrasında İzmir’e yerleşti.
Kardeşlerin en büyüğü oydu. Kim? 79 yaşındaki Ülkü Aktaş. Ama kimse onu Ülkü diye tanımaz, lakabıyla tanırdı. Nam-ı diğer; Fabri Ülkü.
İlkokulu haliyle Trabzon’da Taksim Karakolu’nun yanındaki dışı sarı boyalı tarihi binada; Yavuz Selim İlkokulu’nda bitirmişti. Ortaokul ve Lise eğitimini aynı binada eğitim ve öğretim veren Trabzon Lisesi’nde tamamladı. Diplomasını zamanın okul müdürü merhum Adil Teoman vermişti. Trabzon Lisesi futbol takımının kök söktürdüğü yıllarda, orta sahada takım kaptanlığı yapmıştı. Liseden sonra girdiği, şimdiki gibi hiçte kolay olmayan, o zamanki zor üniversite sınavlarında İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü kazanarak, oradan da mezun olmuştu.
Kendilerine U70 adını veren; Trabzon’daki aynı yaş grubu arkadaşlarıyla halen daha zaman zaman halı sahada kısa sürede de olsa top koşturan, şimdi 80’ine merdiven dayamış delikanlı gibi duran Ülkü Ağabey ile söyleşimiz, Karadeniz’in üstünün karardığı soğuk bir günde Trabzon’un Ganita Çay Bahçesi’nde başladığında, oturdukları masada yanında yine futboldan çok eski iki arkadaşı vardı. Kendisi değil ama ikisi de profesyonel futbol oynamış onlarda 80’li yaşlara merdiven dayamış ama delikanlı gibi görünen Yavuz Şahin ve Hayri Güner idi.
SEVDALIK İLE FUTBOLUN REKABETİ!
Aslen Gümüşhane’nin merkeze bağlı Hayekse Köyü’nden (Aktutan) olan Ülkü ağabeyle sohbete başladıktan sonra, bir ara konu ailesini kurmasına geldi. Aktaş: ’’Lise yıllarımdı futbol oynuyordum hem de, eşim Münevver Hanım ile tanışmamız o yıllara dayanıyor. Soyadı Kahraman idi. Ablası Trabzon Lisesi’nden, okuldan arkadaşımdı. Tekke Mahallesi’nde oturuyorlardı. Okulda edebiyat kitabımı bir ara ödünç almıştı. Bir süre sonra o kitap lazım olunca, ben kitabın işi bitmiştir diye Tekke Mahallesi’nde olan evlerine kitabımı istemeye gittim. Kapıyı mavi önlüklü Kızortaokulu üniformalı bir kız açtı. Kardeşiymiş. Durumu anlattım gitti kitabı getirdi. Kitabın kapağına sevgi üzerine bir cümle yazılmış olduğunu görünce, bunu kim yazdı diye kızdım. Siyah saçlı 14-15 yaşlarındaki kız kardeşi (Münevver)‘Onu ben yazdım’ dedi.Bu sefer ona doğru kızgınlığımı gösterince utana sıkıla evin içine doğru kaçtı. İlk birbirimizi görmemiz ve tanışmamız böyle oldu. Sonra mahallelerinde evinin önünden geçmeler, pencereden bakışmalar, sokakta bakmalar, makbalar falan derken, kendisiyle bir an önce konuşmak için fırsat kolluyordum.’’ dedi.
O ara yılların Ganita Çay Bahçesi’nin sahibi Adnan Bey araya girdi. Masaya doğru eğilerek ‘Ağabey çayı yeni demledim taze vereyim mi? deyince ’Ben de ‘Çayla bizi Adnan kardeş iyi olur.‘ dedim ve içten buharlanmış camların elle silinmiş yerlerinden denize doğru bakarak, hep beraber ‘Kış herhalde biraz sert olacak bu sene.’ dedik. Öyle de oldu ya zaten.
Tekrar Fabri Ülkü ağabeyimize döndük. O devam etti: ’’Bir gün Ganita sahilinde konuşmak için peşinden gittim kendisine ‘konuşabilir miyiz?’ diye seslenince, Münevver bana doğru dönüp sertçe işaret parmağını yüzüme doğru sallayarak, en baştan dedi ki: bana bak benimle evleneceksen konuşalım bak, şimdiden söyleyeyim. Ben lise o ortaokul talebesini birden dondum, şaşırdım kaldım. Sonra tamam dedim ve arkadaşlığımız Üniversite yıllarıma kadar devam etti. Sözümü de tuttum. Trabzon’da Necmiati takımının hayli hayli zamanlarında bu ekibin formasını giyiyordum. Aynı zamanda takım kaptanıydım. Profesyonel bir takıma gidebilirdim. Ama üniversiteyi kazanınca İstanbul’a gitme durumu çıktı ve Münevver’i ailesinden istemek gündeme geldi. Yalnız ben öğrenci olacağım ve İstanbul’da yaşayacağız o okulu bırakacak ve bu işler nasıl olacak? Nasıl bitecek? derken, bir yandan da ailesine sağdan soldan yoklama çekiyorduk kızı verirler mi? diye ama gelen haberler hiçte iç açıcı değildi. Haklıydılar da amatör futbol oynayan ve üniversiteye eğitimine daha yeni başlayacak olan birine kız vermek akıl işi değildi ve bana kızların ortancası olan kızlarını vermek istemediler. Ben de İstanbul’u kazanınca yıllardır peşinde koştuğum futbolu sevda uğruna arkadan vurarak! Profesyonel futbolcu olmak varken, olmadan yarı yolda birden bire bıraktım ve okulun yolunu tuttum.Sevdaluk ağır basmıştı.’’
*
Münevver Hanım’ın baba evi, Tekke Mahallesi’nde oturan eski futbolcular Aras ve Necmi Perekli’nin babaları Şevket Perekli’ye komşuydu. Üç kez ayrı ayrı zamanda Ülkü Aktaş’ın ailesi Münevver Hanım’ı ailesinden istetmiş ama vermemişler. İstanbul’da okurken son sınıfta bile eğitimi devam ederken istetmişler yine vermemişler. E, boşuna dememişler ‘Kız evi naz evi!’ diye!
İsterseniz gerisini yine Ülkü Abiden dinleyelim:‘’ O zaman rahmetli kayınpeder çift tabanca ile gezen bir icra memuru. O dönemin janti giyen insanlarından! Trabzon’un ekabir takımından! Şık gezen ve gece hayatını bilen, gezip tozmasını seven bir adam. Bir akşam Boztepe Gazinosu’nda arkadaşlarıyla içiyorlar. Gazinonun sahibi Selahattin Ağabeyimizi de çağırıyor, gel oturalım diye. Selahattin Abi kayınpederimle konuşmaya başlıyor: ‘La oğlum ne oldu? Niye moralin bozuk?’ diyor. ‘La bi uşak var devamlı benim kızların küçüğünü istetip duruyor. Vermiyorum, kovuyorum yine geliyor. Kapıdan kovuyorum, bacadan giriyor.’ Araya girerek:‘Kimdir. Neyin nesidir. Babası ne iş yapıyor?’ diyor, Selahattin Abi. Kayınpeder de: ‘La Öğretmen Niyazi Aktaş’ın oğlu da’ diye cevap veriyor. Selahattin Abi hayretle ‘ La yoksa bizim Ülkü mü?’ diyerek, başlıyor bizi has uşaktır diyip methetmeye… ‘Peki’ diyor kayınpeder: ‘Senin kızın olsaydı verir miydin ona? diyince, tebessüm ederek:‘ La ne diyorsun kurban bile keserdim.’ diye cevap veriyor. Kayınpeder hemen oradan kalkıyor hemen taksiyle yakınındaki evine gidiyor. Evden içeri girer girmez ‘Münevveri o çocuğa verdim.‘ diyor. Önce karşı çıkıyorlar ama rahmetli kaynanamda biraz isteksizde olsa sonunda o da kızı veriyor.’’
Aktaş ve Kahraman çiftinin düğünleri Kalepark Ordu Evi’nde oluyor. Ülkü Ağabey, üniversitede makine mühendisliğinde bir son sınıf öğrencisi. Genç kız olmuş Münevver ise daha liseyi yeni bitirmiş. Kendi paraları maraları da yok. Bir yerlerden borç para buluyor. Genç yaştaki eşi Münevveri düğünden sonra gözyaşları bol olan Yeşilçam filmlerindeki gibi gelinlikle uçağa bindiriyor. İstanbul’un Feriköy semtinde apar topar küçük müstakil bir ev tutuyorlar. Eşi Liseyi bitirmişti. O yıl KTÜ Mimarlık Fakültesini kazandı ama işler böyle olunca kayıt yaptırmayıp evliliğin yolunu tuttu. İlk aylar iş güç olmayınca sıkıntılı geçti. Fabri Ülkü, nihayet okulu bitirip diplomayı alır. Babası, arkadaşı olan zamanın Tekel Bakanı İhsan Birinci’yi arayıp Bomanti Bira Fabrikası’nda Raportör olarak işe başlamasını sağlıyor. Futbola profesyonel olmak üzere iken genç yaşta veda etmek zorunda kalan Ülkü Aktaş, artık bir Raportördür. İlerleyen yıllarda kayınvalidesi rahmetli Nimet Hanım ve kayınpederi Kemal Bey ile yağ bal olur! Ardından serbest çalıştığı yıllar olur. Siyasete girer bir dönem politika yapar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin meclisinde, o dönemlerdeki iktidar partisinin grup başkanlığını ve aynı partinin ilçe başkanlığını da yapar.
Bu arada İki evlat yetiştirir. Göktuğ ve Yeşim. İkisini de ilerleyen zamanlarda evlendirir. Emekli olduktan sonra tek torunu Ayaz ile de zaman zaman vaktini geçiren Fabri, bazen de önce Trabzon’a sonra Gümüşhane’deki köyüne kafasını dinlemeye kaçar.
*
Oturduğumuz yerdin duvarlarında Ganitalı filozof, futbolcu, devlet memuru, fotoğraf sanatçısı, doğa aşığı rahmetli ‘James Köksal’ın fotoğrafları asılıydı. Ülkü ağabey başını kaldırdı o fotolara doğru baktı, duman tüten demli çayından bir yudum aldı ve devam etti:’’ Futbola bu deniz kıyısında ve Öğretmen Okulu’nun bahçesinde (Şimdiki Kanunu Anadolu Lisesi) rahmetli James Köksal (Koç) ile başlamıştık. 17 yaşında o zamanki Necmiati takımında oynamak öyle kolay bir iş değildi. Orta sahada oynuyordum. Takımın kaptanlığını da yaptım. Beni Ülkü diye arayıp sorsalar, Hangi Ülkü? derlerdi. Ama ‘Fabri’ diyince benim olduğum anlaşılırdı.’’
Ülkü Aktaş, 1923 yılında kurulan cumhuriyetimizle aynı yaşta olan, sarı-Lacivert renkleri taşıyan Necmiatispor’un formasını tam beş sezon giydi. Genelde orta sahada sağ iç oynadı. Bir sezonda ortalama 10-12 gole imza atardı. Duran ölü topların başında hep o olurdu. Çok koştuğu için, ondan yaşça büyük olan o zamanların ünlü İtalyan oyuncusu ve takımının kaptanlığı da yapmış Fabri’ye çok benzettikleri için, lakabı Fabri Ülkü olarak kalmıştı.
KALECİNİN KAFASI TİN-TON OLURSA!
Ülkü ağabey anlatıyor, biz dinliyoruz.’’Trabzon Şehir Stadyumu’nda (Eski Avni Aker Stadyumu) bir maça çıktık. Yıldızspor ile oynuyorduk. Orta hakem Faroz’dan rahmetli Postik Cemal (Tamzaralı) ilk yarı bitti, soyunma odasından ayrıldık ikinci yarıya başlayacağız sahanın ortasındayız ikinci yarı başlayacak. Maçın orta hakemi.’Fabri kaleciniz nerede? Bulun onu’ dedi? Döndüm arkaya baktım kalecimiz Şefik yok. Marangozdu aynı zamanda. Takım kaptanıyım. İkinci yarı neredeyse başlayacak kalecimiz ortada yok, kayıp! Koştum gittim soyunma odasına. Hava soğuk soyunma odasının ortasında o da zorla yanan bir ördek soba dediğimiz bir sobamız vardı. Bağırıyorum’ Şefik Abi, Şefik Abiiii… Bi baktım tuvalet tarafında köşeye sıkışmış! Yanına gittim burnuna, yüzüne doğru bir havlu tutmuş ama kafası iyi gibi, çok şaşırdım. ‘Ne var kaptan’ dedi. ‘Abi iyi misin? dedim. Başını aşağıya yukarıya doğru sallayarak, bir olumsuzluk yokmuş gibi ‘İyiyim, iyiyim.’’dedi. ‘Abi ne yapıyorsun burada? İkinci yarı başlayacak neredeyse!’ dedim. O da bana kafasını yerden kaldırıp ‘Bak ben topu çift görmeye başladım. Eğer bize frikik olursa sen de topun arkasına doğru geç, frikiği çeken oyuncu topa vurur vurmaz hemen bana sağa atla ya da sola atla diye arkasından bağır. Topun başında da rakipten rahmetli Gürol Aynacı duruyor. Deniz tarafındaki kaleye doğru çok sert vurdu topa, vurmadan sola vuracak diye tahmin ettim ve bağırdım sola atla diye o anda ama Gürol kalecimiz Şefik’in sağına vurdu. Eyvah dedim ama İnanır mısınız? Şefik Abi yine son anda topu yine görerek ani bir refleksle sağa atladı ve topu çıkardı. Sonrasında da attığımız bir golle maçı 1-0 kazandık. İlerleyen yıllarda bir araya gelince bunu anlatıp anlatıp gülerdik.’’
*
Necmiati Takımının o zamanki sponsoru nam-ı diğer Chevrolet Ali Usta idi. Sarı lacivertlilerin antrenörüydü. Zaman zaman o da maçın gidişine göre, girer oynardı. Trabzon’dan, İngiltere’de yapılan 1960 Dünya Kupası finallerini izlemeye giden tek adamdı. Tamirhane garajı Atatürk Alanı’nda şimdiki Suluhan Pasajı’nın oradaki bir avlu içindeydi. Yıkılan akaryakıt istasyonunun arkasında. Necmiati Kulübü’nün her şeyine vakıf bir isimdi.
Fabri Ülkü’nün en büyük özelliği çok koşardı. İki 90 dakika peş peşe oynardı. Böyle çok koşanlara diğerleri ‘Sende köpek ciğerimi var?’der, takılırdı. Defansa ve hücuma çok yardım ederdi. Bununla ilgili Aktaş şunu dedi: ’’Zamanın en iyi futbolcusu arkadaşım Köksal Mesci, kendi konuşma tarzıyla bir gün bana dedi ki: ‘Lan dedi, saha içinde hayatta geçemediğim tek adam sensin. Bunu bil.’ Bunu bana demiştir. Biliyorsunuz kendiside hayattadır.’’
Trabzon’un eski belediye başkanlarından, kendiside profesyonel futbol oynamış Volkan Canalioğlu’da kendisi için ‘Trabzonspor’da bugün Fabri gibi bir orta saha oyuncun olsa, 5 milyon Dolar dan aşağı bonservisini alamazdın’ dediğini bilirim.
Trabzon Lisesi Takımı’nda da oynarken, 1963-1964 sezonunda ilk Liseler Arası Türkiye Futbol Şampiyonluğunu kazanan takımın kaptanıydı. Köksal Mesçi ve sonradan Trabzonspor’da efsane oyuncularına adını yazdıran Küçük Bülent(Şahinkaya), Ahmet Ziya Genç ile Necmi Perekli de takım arkadaşlarıydı. Bu isimler profesyonel olmuş ama o İstanbul’daki okulun yolunu tutmak ve genç yaşta evlenmek zorunda kalınca, ona profesyonel futbolcu olmak nasip olmamıştı.
Ülkü Ağabeyi arkadaşlarına sordum. Birebir de çok sert ve çok iyiydi. Kene gibiydi. Şu sıralar Trabzonspor’un orta sahasında olmayan bir özellikteydi.
1960’lı yılların başında İtalyan futbolunun en önemli ismi Fabri’ye benzetildiği için, lakabı nam-ı diğer Fabri kalmıştı. Fabri aşağıya, Fabri yukarıya!
Başta da belirttiğimiz gibi Trabzon’daki bazı futbolcu adayları, meşin yuvarlağın peşinde koşarken üst seviyelere, profesyonel en üst liglere çıkamadan, o zamanki toprak sahalardan, değişik nedenlerle yıldızlar gibi kayıp, futbol tarlasında sönerek kaybolup gittiler. Onlardan biride Ülkü idi. Fabri Ülkü!