Özlemlerini duyarım bayramların, düğümlenirler boğazıma. Yıllardır öksüzler, yetimler, sevgisizler, kimsesizler, halksızlar. / 23 Nisan: Tarihte ümmet olmuş, fakat egemen olamamış bir ulusun karar günü, yetki ve yetke günüdür. İlk kez kendisi için, kendisinin vereceği kararları düşüneceği ve “egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” diyeceği, kendinden başka kimseye sormayacağı, hesap vermeyeceği gündür. / Emirlerin, sultanların, padişahların kulu olmuş; hiçbirisi ne düşündüğünü, ne istediğini sormamıştır. /Egemen olmayan bir ulusun benliği, kişiliği olur muymuş; ona akıl danışılır, sorulur muymuş? / “Kullar” emirleri, beyleriyle, sultanları, kıralları, padişahları, sahipleriyle anılırlar, yaşarlardı. “Kim” olduklarını, neyi sevip sevmediklerini, neyi isteyip istemediklerini soranları olmazdı.

23 Nisan, bir ulusun belirsizliklerden, karanlıklardan, el yordamıyla yolunu bulmaktan kurtulmanın, Mondros’u, Sevr’i hükümsüz kılmanın kararlılığıyla toplanılan zamandır. Topraklarını, kentlerini, kasabalarını, el konulan kaynaklarını, işgal edilen tersanelerini, karartılan geleceğini, gasp edilen bağımsızlığını ve özgürlüğünü kurtarmanın yeminidir. 

İki yüz yıldır hırpalanmış, yaralanmış, kolu kanadı kırılmış, topraklarına sahip çıkıp koruyamamış, hele bir padişah zamanında iki Türkiye kadar toprağı kaybedilmiş, bir türlü toparlanıp ayağa kalkamamış, bilimin, teknolojinin, sanayinin dışında bırakılmış, yerlerde sürünmeye reva görülmüş bir ulus! Balkanlardan kovulmuş, kendi topraklarında kovulmaya çalışılmış bir ulus!

Bir adam çıkıyor. “Ya istiklal, ya ölüm” diyor. Bağımsızlığın, özgürlüğün bayrağını açıyor. Son toprak için halkını derliyor, toparlıyor, inandırıyor ve bayrağın altında topluyor. “Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir” diyor; milletin üstünde hiçbir güç, hiçbir kuvvet tanımıyor. Bu inancını dağlara, taşlara, gökyüzüne yazıyor; ulusunun gönlüne, yüreğine, beynine kazıyor. Anneler babalar öğreniyor, inanıyor, bebeler çocuklar öğreniyor inanıyor: Artık bir kişi düşünüp karar almayacak. Milletin geleceği bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak sözlerle belirlenmeyecek. Halk düşünecek, kararını verecek, kaderini belirleyecekti. Kendi kendisinin efendisi olacak, kimse karışamayacak, ümmet olmaktan-kul olmaktan çıkacak, birey olacak, yurttaş-vatandaş olacak.

O kutlu günde temsilciler Ankara’da toplandı. Düşünecek, yolunu çizecek, barışsa barış, savaşsa savaş, mutlaka karanlıklar dağılacak, aydınlığa çıkacak, millet kurtuluşa erecek. / 23 Nisan söz birliğidir, yemindir. Bağımsız, özgür, insanca yaşamak isteğinin kararlılığıdır. Emperyalizme açılan savaşın namus sözüdür. Ekilen, dikilen barış çiçeklerinin tüm yurt sathında açtığı gündür. Mustafa Kemal geleceği kuracak olan çocuklara boşuna armağan etmedi bu günü. Bağımsızlık, özgürlük, insanca yaşamak tüm canlıların, özellikle yarınları yaratacak olan çocukların hakkıdır. Onlar bahardır, onlar bu ülkenin gülleridir. Türkiye’de ve tüm dünyada kutlanmalıdır, tüm dünya çocuklarının bayramı olmalıdır.

Çanakkale, bu toplumun karada, denizde kazandığı ve ulus kimliğiyle yoğrulduğu bir zaferdir.  İki yüz elli bin şehidin kanını hiçe sayan Saray’ın aymazları, Büyük Savaş sonrası Mondros’u imzalayarak düşmanlara boğazları ve Anadolu’nun kapılarını açtılar. Kimi sosyologlar, doğan ve yaşanılan ortak duygu ve düşüncelerden ötürü “Türkler, Çanakkale Savaşı’yla millet oldu” diyorlar.

Çanakkale’de kazanılan “kendini feda etme” duygusuyla, “somutlaşan vatan kavramı” düşüncesi, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına, Türk milletinin ve Türk vatanının kurtulmasına neden oldu.

Bayramlarım kutlanırken, tek tek çözülecek boğazımdaki düğümler, boşalacak hıçkırıklar. Kahkahalarla, katıla katıla güleceğim. Sevincimden fesimi göğe atacağım. Bayramlara özlemim son bulacak. 21 yıldır yaşanmayan coşkular, okunmayan şiirler, anlatılmayan tarihler dile gelecek ve devlet adına yaşanılan sahtelikler, tenezzül edip törene katılmayan valiler, kaymakamlar, belediye başkanları çöplüğe gidecek. Bayramlar ulusumun gülen yüzü olacak. Milletle, devletle bir olanlar gelecek, kula kulluk edenler değil…

Bir koşuydu 19 Mayıs; startını İzmir’in işgaliyle Hasan Tahsin ve arkadaşlarına sıkılan kurşunlardan aldı. Dağ başlarını duman sarmıştı. Efeler, uşaklar, dadaşlar çoktan almışlardı yerlerini. Rum-Ermeni çeteleri aman vermiyordu millete. Can-mal, ırz-namus güvenliği kalmamıştı. Kimi eşkıyalar kendi halkına, Rum-Ermeni çetelerinden farksızdı.

Yol uzun ve çetindi. Mondros’la hareket eden düşman kuvvetleri vatan topraklarını kent kent, kasaba kasa, köy köy işgal ediyordu. İşgal kanser gibi yayılıyordu Anadolu’ya. Direnmek, işgali durdurmak için “Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri” kuruluyordu. Mondros en büyük belaydı. Millet tutsak alınıyordu. Saray kendini kurtarmanın peşinde.

Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlıydı: “Geldikleri gibi gideceklerdi.” “İstiklalden” gayrısı yalandı. “Müstevliler bu topraklardan sökülüp atılacaktı.” Sonunda ölüm bile olsa “bağımsızlık, özgürlük mutlaka kazanılacaktı.”

Samsun’dan, Merzifon’dan, Amasya’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan rüzgar gibi geçti Mustafa Kemal ve arkadaşları. Millete, özgürlüğe, bağımsızlığa ve sömürücülere karşı kendini adamış bir avuç insan… 15 Mayıs 1919’dan, 4 Eylül 1919’a kadar süren soluk kesen bir koşu; kimi zaman umutla, kimi zaman umutsuzluklarla dolu bir koşu. Bilgiyle, dehayla, düşünceyle, akılla ve inançla kurtuluşun yollarını açtılar, kozasını ördüler. Yola çıkıldığında Meclis kürsüsünde simsiyah bir örtü vardı. 110 günde yurdun dört bir tarafında bağımsızlık, özgürlük çiçekleri açtı ve yurdun tüm “sathına” yayıldı.

Bir yel gibi estiler Büyük Taarruzda; bir sel gibi aktılar 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a; önlerindeki tüm baraj ve engelleri yıktı geçtiler. 9 Eylül 1922’de salt İzmir’in dağlarında değil, sokaklarında da kurtuluş çiçekler açtı. / İzmir’de başlayan mücadele İzmir’de bitti. Ben şiir dolu, yiğitlik dolu, gelecek dolu destanların bayramlarını istiyorum.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…