1)Sayın Cumhurbaşkanı “dünya devletlerinde enflasyon var. Fiyatlar artıyor, benzinde kuyruklar oluşuyor, rafları boş; Türkiye’den depolarını doldurup gidiyorlar” diyordu. Bir kere dünyaya entegre olmuş bir Türkiye’de mi yaşıyoruz? Amerika’nın, Almanya’nın, Japonya’nın, Çin’in, -diğerlerini saymıyorum-, üretimi, dışsatımı ve ticaret hacmi yanında bizim yerimiz ne kadardır? Kıskanıyorlardı bizi ya: Dolar 5.80’den nereye çıktı? Bir depo akaryakıt, kaç dolar, kaç leva? Bizim enflasyonumuz bize benziyor: Resmisi %48.6, çarşı-pazarı %114. İtalya’da, İngiltere’de, İspanya’da, Yunanistan’da enflasyon, faiz %3. Biz de MB faizi %14, Hazine’nin bankalara faizi %22(%25).1 Ocak 2021’de asgari ücret 383 dolar. Açıklanan asgari ücret, yaklaşık 300 dolar. Yap-işlet-devret’ in her sözleşmesi, anlaşması dolar ve avro; ilgilenen mahkemeler Türk değil de İngiliz. Mandacılık ve kapitülasyon bu değil de nedir? O ülkeler “battı, gidiyor” oluyor da işsizlik sayısı onlarda nedense artmıyor. 

  

   2)Türkiye ithalatını hangi ülkelerden yapıyor? Hammadde, ara madde ihtiyacını kimlerden, nasıl karşılıyor? İhracatını kimlere yapıyor? Örneğin, akaryakıt ve doğalgaza verdiğimiz fiyat, diğer ülkelerle aynı mıdır? Almanya’da asgari ücretli 900 lt benzin alırken bizim asgari ücretlimiz neden 220 lt alıyor? Fabrika olmadan, toprak işlenmeden, hayvan yetiştirilmeden, hammadde ve ara madde üretilmeden ihracat nasıl gelişecek? Rusya’ya üç milyar dolarlık satışımız olurken, ithalatımız neden otuz milyar dolar oluyor?

   3) İthal edilen petro-kimya ürünlerine yedi yılda(2011-2017) 253 milyar dolar para ödendi. Bir Aliağa Petro-Kimya tesisinin kurulması yaklaşık üç milyar dolardır. Türkiye beş Aliağa Petro-Kimya tesisi kursa 15 milyar dolar harcayacak, 238 milyar dolar ülkede kalacak. Beş fabrikaya binlerce insan istihdam edilecek ve Türkiye petro-kimya ürünleri satan ülke konumuna gelecek. Neden petro-kimya fabrikalarını kurmak düşünülmedi de, hep ithalatta kalındı? 1838 Balta Limanı Antlaşmasından buyana Osmanlı “ithalat hastalığına” yakalandı. (Kafir üretecek, Müslüman yiyecek, ya vermezlerse ne olacak? Motor vermiyorlar, Altay tankı yürümüyor, Atak helikopteri uçmuyor.)

   4) Türkiye, buğdayı, arpayı, mısırı, pamuğu, nohudu, mercimeği, samanı, hayvanı, eti neden dış ülkelerden satın alıyor? Toprağı mı yok; çalışacak, işletecek insanı mı yok? Yoksa bizde de “her şeyi üretmeden, ithalatla karşılayan” Osmanlı hastalığı mı var?

   5) Maden Yasası neler düşünülerek hazırlandı ve toprakaltı zenginlikleri yabancılara sudan ucuza fiyatlarla altın tepsilerin içinde neden sunuldu? Dağlar, ormanlar, ovalar neden yağmalatıldı? Ağaçlar kesilirken, topraklar derelere akıtılırken topluma ve ülkeye karşı neden sorumluluk duyulmadı? Memleket-vatan sevgisi dağlara, ormanlara, toprağa sahip çıkmaktır; deliler gibi üretmek, fabrika kurmaktır.

   6) Yeryüzünde “yerli tohumlarına yasak getiren” ikinci bir ülke var mıdır, bilmiyorum. Hangi akla nasıl hizmettir Tohum Yasası, onu da anlamıyorum. Ama “Siyez buğdayıyla” övünmeye sıra geldi mi, “yerlilik ve milliliği” kimseye bırakmıyorlar. Bu yasa ile buğday üreten Ukrayna ve Rus halkları ödüllendirildi, ürettiği buğdaya, arpaya değeri verilmeyen Türk halkı cezalandırıldı. Zararına ekimden yapmamak için tarlalar boş bırakıldı. Sorumlusu kim?

   7) Yabancı paralar karşısında değersizleşen Türk Lirası, yabancılara karşı Türk ürünlerini, Türk mallarını, Türk emeğini, alın terini, Türk otellerini, Türk çarşı-pazarını ucuzlatırken, kendi halkına karşı, yağı, sütü, yoğurdu, peyniri, eti ateş pahasına yediriyor. Dolar bir “anda” on sekizlerden on ikilere inerken, ne “fahiş” fiyatlar düştü, ne faiz, ne de enflasyon…

   8) Türkiye, soluğunu her an ensesinde hissettiği terörden büyük ölçüde kurtuldu. Fakat daha büyük bir bela, aşı yaptırmanın azlığı, her gün iki yüz-üç yüz bandının altına düşmeyen can kayıplarına neden oluyor. Özellikle aşı olmayanları ya da tek aşılıları pençesine takıp götürüyor. Nedense Avrupa ülkeleri gibi “zorlayıcı önlemlere” gidilmiyor. İş, Allah’a bırakılıyor. Terörün aldıkları “can” oluyor da, kovidin, tırafiğin aldıkları can olmuyor mu? Her gün bir uçak düşüyor, kılınız kıpırdamıyor. Böyle sorumsuzluk olur mu?

   9) Sokak ortasında, çocuklarının gözü önünde işlenen kadın cinayetleri, intiharlar, maddeye bağlı ölümler, husumetten doğan katliamlar, mafya hesaplaşmaları, tacizler… insanda huzur ve güven bırakmıyor. Gelin ve sormayın: Ne olacak bu memleketin hali?

   10) Gençler bizim geleceğimiz de, neden kangren olmuş “yurt” ve işsizlik sorunları çözülmüyor,  kurda kuşa (tarikat ve cemaat yurtlarına) yem ediliyor, muhtaç bırakılıyorlar? 2000’li yıllarda gençlere verilen “45 liracık” iki buçuk gıram altın alıyordu? 650 TL ne alıyor?

   11) Basın, birkaç gazete ve televizyon dışında, bu konuları haber yapmadığı gibi gündemde de tutmuyor, tartışmaya açmıyor. Köşelerinde yazan, eleştirel bakışla konuları inceleyenler ya gazetelerinden kovuluyorlar, ya terörist diye suçlanıyor, ya da içeriye atılıyorlar.

   12) Basın, “yasama, yürütme, yargının” yanında toplum adına denetleme görevini yapan dördüncü erktir. Siyaset bunu hazmetmek zorundadır. Borazan, şakşakçı, yalaka basınla demokrasi olmaz. Doğruları, yanlışları, eksikleri yazmayandan, söylemeyenden, gazeteci olmaz, yazar olmaz, gazete ve televizyon olmaz. Hele yalan konuşan, konuşturulandan Prof. olmaz, bilim insanı olmaz. (Bu yazı, Merkez Bankası faizi %14’e indirildiğinde, Aralık 2021’de kaleme alındı. Rakamları güncellemedim. Anı olarak kalsın, 9 aylık farkı görün istedim. )  

Sağlıkla, sevgiyle kalın…