-bir yargıcın yüce anısına-
Gün geçmesin ki kadınlar, çocuklar, istismara, tecavüze uğramasınlar. Gün geçmesin ki kadınlar şiddetin her türüne-pisikolojik, ekonomik ve fiziksel-maruz kalmasınlar. Gün geçmesin ki, devlet aciz bırakılmasısın, gözleri kör, kulakları sağır edilmesin. Gün geçmesin ki kadınlar öldüresiye dayak yemesinler, bir yerleri kırılıp parçalanarak, vücutları yara bere, kan içinde bırakılmasınlar. Gün geçmesin ki odaların duvarlarına kanlarıyla katillerinin adlarını yazmasınlar, sokaklar, caddeler kadın kanlarıyla sulanmasınlar. Gün geçmesin ki katillere “iyi hallerinden” ve “erkeğe göre yargılamalardan” indirimli cezalar verilip “kendi isteği(!)” göz önüne alınarak (63 mütecaviz) yüksek yargıyla(?) salıverilmesinler.
***
Günlerce, gecelerce, haftalarca aynı acıları, aynı tiksinti ve iğrençlikleri her soluk alışında “ölüm” diye yaşadı. Özüne yapılan saldırıyı hazmedemedi, sindiremedi, kabullenemedi. Bu, aşktan da, sevgiden de, dostluktan, düşmanlıktan, ayrılıktan da öte büyük bir güçtü.
Tecavüz beyninin her kıvrımında ve hücresinde, tüm sinirlerinde, hormonlarında, bezelerinde saplantı derecesinde, adım adım ölüme yaklaştırdı onu; duyuşla, düşünüşle, varoluşla aralarına girdi, yaşamla bağlarını kopardı, yollarını kesti, tüm kapılarını kapattı, yaşamaya çıkış yolu bırakmadı. Saplantı haline geldi, ölüm düşüncesinin ve inancının dışına çıkamadı. Yürek yangınlarını, sessiz çığlıklarını durduramadı.
Bir bakış, bir sözcük, bir umut, bir beklenti yoktu, ruhuna, gönlüne, bedenine bulaşan pisliklerden, kirlerden, iğrençliklerden arındıracak; kendini ezen, yok eden, kişiliğini, özünü parçalayan saldırının etkilerinden kurtaracak. Bir nehir, bir deniz, bir su, bir dua, bir ilaç yoktu onu yıkayıp temizleyecek, arılığına, duruluğuna kavuşturacak. / Aşk güzelliğin parıltısı, rengi, kokusu, ışığıydı tüm varlığını aydınlatan; yaşama sevinciydi!
Okudu, kendini bildi, tanıdı. Yargıç oldu. Sayıldı, sevildi, değer gördü. Öncül bir kişilik, bir karakter oldu. Özgüveni vardı, biliyordu, inanıyordu: “Adaletin kestiği parmak acımazdı.”
Bir gün sevdi. Sonra bir gün, çok büyük bir karar verdi adaletin kürsüsünden; kararından ötürü kaçırıldı. “Öç almak için”, tecavüz edildi, kirletildi, aşağılandı. Kişiliğinde, özgüveninde, ruhunda çok ağır, çok derin, onulmaz yaralar açıldı. / Aşk saflıktı, temizlikti, arılık, duruluk, güzellikti. / Devlet yargıcını koruyamadı, sahip çıkamadı; yasaların dili durdu.
Kimseyle konuşamadı, kimseyle paylaşamadı. Acısını, derdini yüreğine gömdü. Kor oldu acılar, yaktı, volkan oldu patladı yüreğinde. Tüm değerler, tüm inançlar yıkılıverdi. Tüm dallar birer birer geldi eline. Boşluğa düştü, tutunacak bir dal aradı, bulamadı.
Bir umut, bir ışık özgüvenine / bir umut, bir ışık kendine duyduğu saygıya / bir umut, bir ışık kişiliğine, ahlaka, inançlara, toplumsal değerlere, iyiliğe, güzelliğe / bir umut, arınmaya, pislik, kirlilik ve iğrençliklerden temizlenmeye. bir ışık çıkagelmedi. / Ufuktan yıkanmış, tertemiz bir güneşle doğmadı: Güne, güneşe bakamadı / aya, yıldızlara, çiçeklere bakamadı / İnsanların içine karışamadı / Pislikler, iğrençlikler, çirkinlikler yaşamaya dair tüm güzelliklerini aldı götürdü / aynalar kararıverdi, dünyanın, evrenin tüm ışıkları sönüverdi.
Artık yaşam anlamsız, saçma sapandı / yaşanılanlar saçma sapandı / hayatın anlamsızdı.
En büyük aşağılama, yenilip yutulamayacak bir hakaret, özgüveni paramparça edecek bir saldırı. Beyni, bedeni, şimdiyi ve geleceği, yaşanılan ve kazanılan tüm anlamları, erdemleri, değerleri alıp götürdü, yaşamla ilintili tüm bağlarını kopardı. Masumiyeti, saflığı, temizliği kirletildi, karartıldı. Gözleri görmez oldu. Uğruna baş koyduğu yasalar bile raflarda kaldı.
İçinde iyilik, içinde güzellik, içinde sevgi olmayan bir hayat saçmaydı, içinde özlem, içinde sevinç, içinde gülme-gülümseme, içinde dostluk, arkadaşlık olmayan bir hayat anlamsızdı, yaşamaya değmezdi. İçinde doğruluk, dürüstlük, içinde namusluluk ve ahlak, içinde masumluk, saflık ve temizlik olmayan bir hayat çekilmezdi.
Güçsüz, zayıf, direnip karşı koyacak, başkaldıracak gücü olmayan birine tecavüz insanlığı görmezden gelmekti, acizlikti, küçüklüktü, çirkin ve iğrenç bir var oluştu. İnsanı, insanlığı, binlerce yıldan bu yana süzüle gelen ve yücelten değerleri lağım çukuruna dökmekti.
Tecavüz zamanın ölümü, yaşamların kayıp gidişi; öncesi ve sonrası olmayan bir süreçti. Dünyanın her yanında insanın, insanlığın, görmezden, duymazdan gelenlerin korumasız bedenlere yaptıkları suçüstü cinayetleriydi. Suçlusu: Erkeği koruyan ahlak öğretileri, inançlar, yasalar, yasa koyucular ve uygulamayanlar; yanlış eğitim, öğretim, yanlış yetiştirme tarzıydı!
Bağrına taş basıp yüreğini susturamıyordu: Kirlenmişti ve dünyanın hiçbir Ganj’ı arındırmaya yetmiyordu. “Uslu dur kadınım, çıldırtma beni” türküsünü bir kırk beşlik pılakta, üç kez dinlediği bir gecenin sabahında kendini tavana astı./Oysa yaşamak her şeye rağmen güzeldi.
Sağlıkla, sevgiyle kalın.