-Sevgiye İnananlara-
Her karşılaştığımda, kor gibi yakar içimi vefasızlık. Öyle ki, kendimde ararım hatayı, karşımdakine yaklaştırmam. Özen gösteririm, incitmemeye, kırmamaya, darıltmamaya çalışırım… İçimde bir kasıt, bir art niyet ya da düşünce olamadığından sözün açığını, gerçeğin kendisini severim. “Özü sözü bir olmak derler ya hani, samimi, içten, yürekten…” Ahlaklı olmak, doğru, dürüst olmak, namuslu olmak, benim için çıkarların üstünde beklentisi olmadan yaşanılan değerlerdir, olması gerekenlerdir. İnsan olmanın ilkeleri!
Dostluk içtenliği-samimiyeti gerektirir; bir öyle, bir böyle, ikiyüzlü hareket edenleri, güneşi görüp güneşe, ayı görüp aya tapanları içine sindiremez. Hele “aydım-kaydım” konuşanlar dostluğun soyluluğuna yaklaşamaz. Dostluk sözün ve davranışların sorumluluğunu taşımak, gereğini yerine getirmektir. Aldatmaya, kandırmaya, yalan konuşmaya tahammülü yoktur; olursa, zaten o, dostluk değildir.
Yakın dostlarımdan iki değerli insan alzaymır oldu. Biri yetmişli yaşlarında, diğeri sekseni biraz geçkince... İkisiyle de telefonla görüşebiliyorum. Pek çok şey unutulmuş olmasına karşın, dostluk, arkadaşlık unutulmuyor. Onlar da beni arayabiliyorlar. Derin izler bırakmış çizgiler, düşünceler anımsanabiliyor. Konuşuyoruz, beş dakika sonra, tekrar telefon ediyor ve “Turan, niye beni aramıyorsun” diye soruyor. Derinden sarsılıyorum. / Diğer arkadaşımla konuşuyorum, bir parkta buluşmak için. “Orası nerededir, hatırlayamadım” diyor, acı düşüyor yüreğime. Aynı dost trafik kazası geçirdiğinde baygın halde hastaneye kaldırılıp ilk müdahaleler yapıldıktan sonra, doktor muayene ederken kendine geliyor ve doktorun ellerine sarılıyor: “Yaşıyor muyum doktor bey” diye büyük bir heyecanla soruyor.
Çıkarcılık kanser gibi sardı her yanımızı. Tek bir değer kaldı konuşulan ve yaşanılan: Para. Artık çocuklar anne ve babalarından, internetten ve televizyon kanallarından, reklamlardan-tüketim toplumundan, aldığı, benimsediği “zahmetsiz zengin olmak, üretmeden sahip olmak; okumadan, hayatını kazanmadan, ayakları üzerinde durmadan, bir meslek sahibi olmadan zenginliğin ve şatafatın içinde yaşamak. Avro, dolar ve yüksek miktarda Türk lirası kazanmak! Ev, köşk, daire, han, hamam sahibi olmak, ünlenmek…” / Zenginlikleri elde etmek için ahlaki ve toplumsal değerleri görmezden gelmek, umursamadan, çiğneyip geçmek… Çıkarlar söz konusu olduğunda “kul hakkı yemek.” Sevgiyi, saygıyı, dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği çürütmek… Ana-baba mallarını, paralarını bölüşülürken kardeşler arasında kavga-dövüş, yaralama, hatta öldürme olaylarını yaşamak, kardeşleri düşman etmek; para söz konusu olduğunda ilişkileri koparmak, dostlukları, arkadaşlıkları bitirmek. Boşuna dememişler, “kardeşlik mal-para bölüşümünden sonra belli olur” diye. Kardeş katili mi ararsınız, ana-baba katili mi? “Ne cenazeme, ne cenazesine!” Ne zaman mal paylaşımı duysam kardeşler arasında, yüreğim yanar, “birbirlerine darılacak, küsecek, düşman olacaklar mı” diye? / Siyasette yaşanan makam kavgaları, makam hırsları, öyle aşırılığa vardı ki, ortak cenazelerde, bayramlarda bile birbirlerine el uzatılmıyor, hal hatır sorulmuyor, gülümseyip “iyi dilekler” iletilmiyor. Çıkarları için ülkeyi ateşe atanlar mı, “iç barışı, sevgiyi, kardeşliği sağlayacaklar?” Onlar dururken başka düşman aramaya gerek var mı?
İnsan insana sesle, sözle bağlanır. Sözün bir anlamı, bir değeri olur… / Söz senetti, verildi mi, çiğnenmezdi, bir daha dönülmezdi. / İnsan utanırdı, sıkılırdı, yüzü kızarırdı. / Şimdi, noter tasdikli “belgeler, çekler, bankalara, kredilere, evlilik cüzdanlarına atılan imzalar” bile anlamını, değerini, geçerliliğini yitirdi. Sevgiler, aşklar bile vefa duygusundan soyutlandı. Para, servet, mal-mülk, makam varsa her şey güllük, gülistanlık, yoksa ilişkiler kopuyor ve karanlığa gömülüyor. Bugün aileler çıkar üzerine yürüyebiliyor; çıkarların bittiği yerde dağılıyor, paramparça oluyor. Başlangıçtaki dostluklar, sevgiler, saygılar, sevgililik, bağlılık ve güven uçup gidiyor. “Bir zamanlar sevmiştim” sözü çok ağır bir acı ve işkence yenmiş bir pişmanlıkla yüreklerden sökülüp atılıyor.
İnsan insana inanmıyor, güvenmiyor. İnsan insana teslim olmuyor. Herkes birbirinin iki gözünden birini çalıyor, ya da iki gözünü oyuyor. Kimse kimseye tahammül edemiyor, katlanamıyor; işte, aile içinde, sokakta, caddede, yolda, kavşakta, ister yaya, isterse araba ile olsun, ekonominin ve siyasetin ağır baskısından, patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşıyorlar. Kavga için bahaneler arıyorlar. Yaşam koşulları pahalılık, enflasyon, ürettiği malı değerinde satamamak, emeğinin karşılığını alamamak insanları canından bezdiriyor, güven duygularını yok ediyor, saygı, sevgi, doğruluk, dürüstlük, namus, ahlak gibi erdemleri çürütüyor. Devlet insani değerleri korumak için örülen adalet duvarlarıdır. Hakkın, hukukun, adaletin kalesi, hayat veren bahçesidir. Gasp, hırsızlık, fuhuş, madde bağımlılığı, öldürme o bahçenin içinde yapılıyor. İnsanın değersiz bir nesneymiş gibi görülmesi, gelinen son noktadır.
Ne insanlar var, sonuna kadar inanılası, güvenilesi / Ne insanlar var gül yüzlü, eli öpülesi / Dünya onlarla güzel, onlarla yaşanılası. / Yüreğinden sevgiyi kovanlar / Nemrut suratlı beyni çürükler sayılmayası. / Hiçbir beklentisi olmadan yaşanılan kimi dostlukları görüyorsak eğer / onlar da tarih öncesi…
Dostluk sevgi denizidir, hiçbir zaman eksilmez, herkesi kucaklar / dupduru bir sudur, kuşkuya yer vermez. / İnsanların ekmek kadar, hava kadar, su kadar sevgiye, saygıya, değer görmeye ihtiyaçları var. Sevgi, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, arzuların, umutların, düşlerin, beklentilerin, yönelişlerin gönüllerde ördüğü kuş yuvasıdır. O yuvadan gelen sese kulak vermek gerek… Sevgi denizinde yaşayıp da sevgiden yoksun kalmak akıl işi değildir.
Sevgiye, saygıya ve insana değer verenlerin bayramını kutluyorum…