Sokaklar, caddeler kalabalık;

araçlar sel gibi akıyor iki yandan,

insanlar kaldırımlara sığmıyor.

Her şeye rağmen insanlar yalnız, sokaklar yalnız, caddeler yalnız…

Yaya geçitleri iğne atsan yere düşmez.

Gençler, çocuklar ateş parçası, yaşlılar yavaş.

Bir noktaya kilitlenmiş gibi yürüyorlar. Kimse kimseye bakmıyor, kimse kimseyle konuşmuyor;

tırafik akıyor seller sular gibi Kızılay’da.

Yere düşeni kimse kaldırmıyor. Herkes birbirinden korkuyor, birbirine yabancı. Herkes yalnız.

Selamı, sabahı yok sokakların, bir günaydını… İnsani ilişkileri yok ve herkes birbirine çok yakın, herkes birbirinden çok uzak. İçleri yosun bağlamış kayalar gibi, aydınlık, ışınlar giremiyor içeriye.

Kahvelerde konuşuyor insanlar, taş, kağıt oyunlarında, o kadar ki, sövüyor, küfrediyorlar. Alışveriş merkezlerinde bağırıyorlar, yüksek sesle konuşuyorlar mala, paraya, telefona… Ama birbirlerinin seslerini duymuyorlar.

Duyguları, düşünceleri yok gibi dolaşırken. Ruh gibi. Yüzleri, alınları, dudakları donmuş, botokslu, hiçbir duygu yok, hiçbir şey anlatmıyorlar ve o kadar yabancılar ki…

*

Bir pazar sabahı sokağa çıkıyorsunuz, bir şeyler alacaksınız mutfağa.

Güneş pırıl pırıl… Gök masmavi. Günlerden beri soğuk yok, kış yok. Otomobiller seyrek geçiyor. İnsanlar evlerinden sokağa çıkmadılar daha. Bugün tatil ya… Keyif yapıyorlardır, haftanın yorgunluğunu atıyorlardır.

Umarım çocuklarına vakit ayırıyorlardır. Susup telefonlarıyla uğraşmıyorlardır.

Kaldırımlarda yürüyenler birbirine “günaydın” deyip bakmıyorlar; selam verip almıyorlar. Aralarından tanıdık da çıkmıyor.

Salt tanıdıklara mı günaydın denir, salt tanıdıklara mı selam verilir?

Mutluluktan karşılaştığın herkese “günaydın” diyemez misin?

Hiç kimseyi bulamasa, taşa, toprağa, kuşa, ağaca günaydın, günaydın diye bağırmalı insan.

Allah kahretsin hepsi de birbirine benziyor bu insanların, yabancı…

Bir yanlışlık yaptıklarında kim kimden hoşgörü bekleyecek, kim kime saygı duyacak? Birbirlerine bu denli yabancı, birbirlerine nasıl saygı gösterecek, birbirlerini nasıl sevecekler? Konuşmadan, okumadan, birbirlerini dinlemeden, ortak noktalarda buluşmadan nasıl olacak bu iş? Sevgi, saygı, asgari müşterekler toplumsallaşırken oluşmaz mı?

Yanlış yapan, yanındakinin ayağına basan karşı taraftan özür dilemiyor, yüzü mü tutmuyor, aklı mı basmıyor, anlamıyorum. Bıraktım özrü hafif gülümseyerek, “özür” anlamında başını bile eğmiyor.

Yoldan çıkanın, düşenin, kaldırıma yığılıp kalanın koluna tutup kaldıranı yok.

Sokaklarda sadece topluluklar var. Tek düşünceleri karşıdan karşıya geçmek, sonra da yalnızlıklarından kurtulmak için alışveriş yapmak, telefonla konuşmak… Hiç durmadan birilerini arıyorlar, hiç durmadan konuşuyorlar. Ne kadar çok yalnız insan var; telefonlarıyla yalnızlıklarından kurtulmaya çalışıyorlar...

Hiçbiri, bir diğerini düşünmüyor, hiçbiri bir diğerinin sorumluluğunu taşımıyor. Karşıdan karşıya geçerken “önce ben” diyor başı açık olan da, başı kapalı olan da...

Ortak hastalık sorumsuzluk ve bencillik. Beyinleri yosun bağlayan taşlar gibi. Azcık da olsa düşünmüyor, sorumluluk almıyorlar. Ne kadar çok Suriyeli, ne kadar çok Arap, Afganlı var…

Kafası karışıyor, canı sıkılıyor insanın. Kozmopolitlik her an her dakika karşımızda…

Sokağın sağ ve sol yakasından akan evlere bakıyor. “Aptal evler, suratsız evler. Hiç renk vermiyorlar. Balkonlarında, pencerelerinde çiçek bile yok! Çiçek evin zevkidir, inceliği, duyarlığı, duygusallığı, zekası, mutluluğudur; duvarları, balkonları, pencereleri, evi güldürür, gülümsetir, insanın içini açar; ışığı eksik olmaz çiçeğin.

Bir ses, bir nefes, bir dost, bir arkadaş olmadan bu sokaklara, bu caddelere, bu evlere, bu şehre nasıl katlanılır? Üstelik koronanın yasaklı alışkanlıklarını henüz üzerinden atamamışken; sokaklarından, caddelerinden, kaldırımlarından yalnızlık, yabancılık akarken...

Sokakları ısıtan, sevimli kılan dost, arkadaş gezintileri, sohbetleri, bir bardak çayıdır.

Duvarları yalnız, kaldırımlarında çiçeksiz elektirik direkleri yalnız, balkonları yalnız, gülümseyen çiçekleri olmayan evler yalnız; parklarda, kaldırımlarda ağaçlar, mazılar, likstürler yalnız, ıssız; duvarların dibinde çimenler, taflanlar, sarmaşıklar yalnız… Güvercinler bir başına, serçeler yanlarında; Kuğulu Parkta biber gazından ölen güvercinler, serçeler yalnız…

Kent soğuk ve sevimsiz… Virüslere karşı kapalı yerler hala tehlikeli. Tiyatrolar, sinemalar pahalı… Müzeler nasıl gezilir? En iyisi eve gitmek; kitapların defterlerin arasına karışmak… Genellikle doğruyu söyleyen iç sese kulak vermek!

“Alo” dersin, “günaydın” dersin, dostlarınla konuşursun. Uzaktan da olsa seslerini duyarsın. Zamanı, hayatı güzelleştirirsin, yaşanılır kılarsın. Dostlar, arkadaşlar hayatın güzel tarafı değiller mi; hele kitaplar, onlarla daha anlamlı olmuyor mu yaşamak? Yalnızlık onlarla büyüyüp anlam kazanmıyor mu?

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

NOT: Değerli dost gazeteci, hukukçu, ortaokul, lise arkadaşım OSMAN GÜLER hastalığını yenemedi. Işıklar içinde uyusun. Eşine, sevenlerine sabırlar diliyorum.