“Dilini koruyamayıp yitiren bir ulus her şeyini yitirmiş sayılır!” “Türk Dilini kendi benliğine, güzellik ve varsıllığına kavuşması için dikkatli olunması bütün örgütün/teşkilatın görevidir!” “Türkiye’de ulusun oluşmasını engelleyen Arap-İslam Kültürü ve Osmanlı kalıtı/mirası gibi kültürel unsurların izlerini silip yeni, modern, laik bir ulus oluşturmak savsaklanamaz bir görevdir!” “Ülkesini emperyal ülkelerin işgalinden kurtaran Türkiye Cumhuriyeti elbette dilini de yabancı dillerin istilasından kurtaracaktır!”
M. Kemal Atatürk
Şu sıralar “okuma”- “anlama”, bilgiye ulaşım ve “algılama”- “kavrama” sözcüklerinin anlamlarının içselleşmesine ne çok gereksinim duyduğumuzu görmekteyiz. Aslında her dönem ve özellikle çocuk ve gençlerin öğrenim süreçlerinde sık karşımıza çıkan bir sorunsal. Okula yeni başlayan çocukların-gençlerin, yeni okullarına geçerken yöresel ya da alabildiği dil eğitiminin yetersizliğinden dolayı ve çevresel başka nedenlerden ötürü bir dil-kültür sorunu yaşamaları beklenen bir durumdur. Ülkemizin değişik bölge ve illerinden bir araya gelen çocuk ve gençlerin, dahası birçok yetişkinin anlama-anlatım, kendini çok yönlü tanıtabilme aşamasında bocaladıkları da beklenir bir durumdur.
Ben “beklenmeyen”, olmaması gereken kişi ve kurumsal sıfatlar taşıyan yaygın bir dünyadan, kültür-sanat-yazın-siyaset… dünyasından duyulması gereken rahatsızlıktan söz etmek istiyorum. Sıradanlaşan… İlke ve kurallardan uzaklaşıp, kolaya kaçan, özenli bir dil kullanımına uzak çevrelerin yaygın diline ve anlatım bozukluğuna ayak uyduran…
Sözlü ve yazılı anlatımın -konuşma ve yazmanın- muhataplarınca anlaşılması ortak olan, nesnel bir karşılığı vardır. Dileyen istediği biçimde anlayamaz! Bunun adı, “anlamama” ya da “anlayamamadır”. Bu bir “hak” ve “özgürlük” değildir! “Ben öyle anladım” seçeneği yoktur. Bu bir eksiklik ve yetersizliktir! Kimlik-kişilik sorunu edilerek alınganlık gösterilemez! Bilimsel terminoloji, terim ve kavramların genele hitap etmesi, dil kurallarının ayrımsız kullanımı ortak anlamanın mantıksal temelini de oluşturur. Ancak iyi okuyucu ve dinleyicinin ayrıntılarda saklı olan göndermeleri yakalaması, “bam telini” bulması, anlama düzeyiyle ilgili ayrı bir olumluluktur.
Anlatım yönteminin varsıllığı önemli ancak anlatım yöntem ve teknikleri dil kurallarını zedelememeli. Önceleri örgün eğitim-öğretimde daha başarılı bir dil düzeyi -yeterli olmasa da- yakalanabilirken son yıllarda “çıta” giderek düştü. Eğitim izlencelerinin özensizliği ve uygulayıcılarının da üzülerek belirtmeliyim ki çoğunlukla tutarsız -biraz da kasıtlı mı acaba! - yaklaşım ve davranışları Dili/Türkçeyi yaralamakta. Aslında kural tanımazlığın, ilke ve bilgisizliğin dilimize de yansıması denilebilir. Eğitim-öğretimdeki genel, kuşkusuz çok önemli sorunlara değinmek bu yazının ana konusu değil. Temel sorunsalın bir parçası.
Örgün ve yaygın öğrenim süreçlerinin düzeyini giderek düşüren ve bilimsel temel yanını aşındırıp sönümlendiren bir anlayış sadece iktidar güçleriyle sınırlı düşünülmemeli. Siyasi iradenin yıllar itibariyle başta örgün eğitim ve öğretimi-dili-yazın dünyasını-kültürü-sanatı vb. biçimlemeye çalıştığı bir olgu. Ancak buna “gönüllü” destek veren ya da “gönülsüz” “olabilir” diyen birçok çevrenin yarıştığını görmek oldukça üzücü.
Günlük konuşma dili, ile yazma dilinin ayrılığı bir başka sorun. Doğal ya da sosyal yaşamda kullanıla özensiz dil, kültürel çıtayı da düşürüyor.
Sosyal medyanın giderek artan etkisi dilimizi çıkmaza sürüklemekte. Toplumun karşısında sık görünen kimi öncü, özellikle siyasi ve popüler kimlikler kullandıkları dil ile tam bir özensizlik örneği sergilemekte. Dahası yanlış anlamaya, belirsiz-ucu açık söylemlerle kitleleri yönlendirmekteler. Devlet ve özel kurumlarda, özellikle eğitim kadrosunu oluşturan büyük kitle -bir bölümüne öğretmen diyemiyorum- anlatım ve sunumlarında bu sığlığın ve tutarsızlığın etkisindeler. Kimileri de ilgili “siyasi” /” medyatik” ünlülere özenerek öğretmenlik formasyonundan ve etiğinden uzaklaşma eğilimi göstermekteler ya da akademik donanım ve formasyon eksikliği içindeler! Özellikle Türkçe öğretmenlerinin buna direnme gücü azalmakta. Umarım ki yeni kuşaklarca yeterince korunamaz ve savunulamaz bir çaresizlik sarmalı oluşmaz!
Özellikle kültür-sanat dilinin değişik alanlardaki üretkenleri olduğu sanılan/ “sayılan”, onlarca sahne, yayın dünyası ve sosyal medya “ünlüleri”, “siyaset kültürü” ve dilinden etkilenmeleri ve nemalanma iştahıyla “ortada fink atmaları” tehlikenin önemli bir boyutu. Gerçek kültür-yazın-sanat insanını ve ürünlerini gölgeleyen/gölgelemeye çalışan bir etik dışılık/ahlaksızlık. Çoğu zaman “hak” ve “özgürlük” sözcüklerine sığınarak varlıklarını sürekli yaygınlaştırmaları, kitle düzeyini de nicel olarak etkilemekte; geniş yığınların sempatisi ve siyaset simsarlarının desteği ile “parsayı” götürmekteler! – Bu durumun toplumsal yapıyı giderek dönüştürüyor olduğunu başka yazıya bırakarak devam ediyorum.-
Görsel ve sosyal medyanın, birçok yerel-ulusal yazılı basının el üstünde tuttuğu, tanıtım seferberliğinde yarıştığı bir bilgi-kültür-dil yozlaşması. İlgili siyasilerin “jargonunu”, vücut dilini, küçümseyen-aşağılayan yavanlığını anlatım biçemini örnek alan bir kişilik ve kimliksizlik tavrı.
Bu arada tartışması dahi kabul edilemez olan dilimize ilişkin genel bilimsel-akademik ilke ve kuralların yanında, eğitim biliminin pedagojik ve formasyon -uzmanlık- gerektiren yanını, ilke ve kurallarını da yok sayarak güçlü bir yetkinlik görüntüsü vermeleri, bir DİL-KÜLTÜR-SANAT-YAZIN ve YAYIN KIYIMIDIR ve SUÇ sayılmalıdır!
Türkiye Cumhuriyeti bir eylemsel/fiili işgalden kurtarılarak kurulmuştur. Ancak kültürel işgal daha korkutucudur. Bu nedenle Türkçenin doğru kullanımı ve kültürel aydınlanma ve devrimlere öncülük edebilmesi dildeki ayrılığın/belirsizliğin/muğlaklığın yok edilmesi, dolayısıyla doğru anlatımla olasıdır. Yazımın başlığının altına aldığım alıntı bugün bu görev ve sorumluluğu bize anımsatmaktadır!
03 Aralık 2024
Trabzon
-Yarınlar Güzel Olacak-