İsrail bütün dünyanın gözü önünde eşi görülmemiş bir vahşet uygulamakta. Gazze’de masum insanları çocuk, kadın, yaşlı demeden ve hiçbir insani duygu taşımayan katil duygularla katletmekte. Özgür ve modern dünya denilen insan yığınları ise bu katliamı seyretmekle kalmayıp maalesef desteklemekte. Dünyada bu katliama karşı sesini yükselten nadir ülkelerden biri Türkiye. Burada sorulması gereken birkaç soru var. İsrail’in bu kadar pervasızca katliam yapmasının rahatlığını kimlere borçlu? İsrail’in yaptığı katliamlarda hiç bir engelle karşılaşmamasında  ülke olarak bizim de bilinçli veya bilinçsiz katkımız var mı? Bu soruların cevaplarını aramak için birkaç yıl önceye dönelim ve gelişmeleri irdeleyelim.

Saddam Hüseyin Ortadoğu’nun acımasız bir diktatörüydü. Irak’ı yıllarca demir yumruğuyla yönetti. O yıllarda Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin dışında neredeyse bütün ülkeler benzer dikta yönetimlerle yönetiliyordu.

Saddam diktatörlüğü boyunca sırtını hep Amerika’ya dayadı. Fakat BOP’ta yeri olmadığı için, hatta projenin uygulanması için halli gerektiğinden Amerika ve emperyalist batı ile karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Varlığını devam ettirebilmek için mücadeleye girişti. Bu süreçte Saddam Hüseyin’in katı bir İsrael karşıtı olduğunu görüyoruz. O yıllarda ABD’nin kuklası olan Arap ülkelerinin liderlerine “Ben İsrail’e otuzdokuz füze attım içinizde adam olan varsa kırkıncı füzeyi atsın” dediğinde bütün o Arap liderler kendi selametleri için duymazdan geldiler. Saddam o yıllarda İsrael’e çok zor günler yaşattı. Iraktan atılan Saddam’ın füzeleri İsrail kentlerine düşerken bütün dünya uluslararası haber kanallarından İsrail’deki korkuyu kargaşayı ve çaresizliği naklen seyrediyordu.

BOP un senaristlerinin yazdığı oyunun Irak perdesinde Saddam’ın devrilmesi için bizim topraklarımızdan Amerikan emperyalizminin çapulcularının, paralı askerlerinin Irak’a geçirilmesi planı vardı. Hatta karşılığında altı milyar dolar hibe almak gibi vicdanlarımıza zul gelen anlaşmalar yapılmıştı. Bu utanç parası Babil’e ilk bomba düştüğünde hesabımıza yatacaktı.

Hesapları Ertuğrul Yalçınbayır gibi vicdan sahibi vatanseverler bozdu. “Kardeşime kendi balkonumdan ateş ettirmem” diyerek direndiler ve vahşi Amerikan kapitalizminin topraklarımızı çiğnemesine izin vermediler. Fakat üslerimizden Amerikan savaş uçaklarının kalkıp Irak’ı cehenneme çevirmelerine izin verildi, yıkıma alet olundu, hatta maalesef kahraman! Amerikan askerlerinin başarısı için dua edildiğini duyduk, gördük.

Harekat sonunda Irak işgal edildi. Saddam bir süre sonra yakalandı ve asıldı. Irakta öylesine bir Amerikan vahşeti sergilendi ki şahit olan vicdanlar köreldi, insaf çaresiz kaldı.

Saddam halledilip Irak’a Amerikan demokrasisi!!! getirilince İsrail derin bir nefes aldı.

Her ortamda İsrail ve Amerikan karşıtlığını dile getiren, gerektiğinde Avrupa’nın ve Amerika’nın yüzüne sömürgeciliğini vuran, biraz şovmen, otantik diktatör Kaddafi İsrail çıkarlarının belalısı bir figürdü. İsrail’e karşı savaşan örgütlere maddi destek sağlıyordu. Kaddafi’nin 2009’da Afrika Birliği Başkanlığına seçilmesi İsrail ve Amerika’yı ciddi bir şekilde rahatsız etti. BOP kapsamında demokrasi getirme sırası Libya’ya ve Kaddafi’nin devrilmesine geldiğinde Türkiye operasyon için NATO’nun kullanılmasına onay verdi ve hatta operasyonun merkezi İzmir oldu ki bu ayıp bize uzun bir süre yeter. Diktatör dediğimiz Kaddafi 1974 Kıbrıs barış harekâtında kimsenin yüzümüze bakmadığı bir dönemde jetlerimize bedava yakıt ve istediğimiz kadar yedek parça vermişti. Biz ise karşılığında Libya işgal kuvvetlerinin yanında Obama’nın komutları doğrultusunda pozisyon alarak ahde vefada en dip seviyeye indiğimiz utanç zamanlarını yaşadık. Kaddafi düşürüldü. Hatta diğer İsrail ve ABD karşıtlarına ibret olsun diye kendi vatandaşlarına vahşi bir şekilde öldürtüldü. Kaddafi zamanında Libya’da İsrail’in temsilciliği bulunmazken öldürülmesinden hemen sonra temsilcilik kuruldu.

Kaddafi’nin katledilmesi ile İsrail derin bir nefesin ardından ayağa kalktı. 

15-20 yıl öncesinde ordusu İsrail’e karşı gelişmiş Rus silah sistemleriyle donatılmış, elindeki T tipi tanklarıyla İsrail’in Abrams tanklarına karşı koyabilen, Mig uçaklarıyla İsrail’in elindeki F tipi Amerikan uçaklarını dengeleyen, hava sahasında Rus hava savunma sistemleri sayesinde izinsiz sinek dahi uçurmayan bir Suriye vardı. Suriye ordusunun savunma yeteneği nedeniyle İsrail Golan tepelerinden (asıl adı Gölen tepeleridir, Türkçedir, tepelerdeki çok sayıda gölcükten isim almıştır) öteye gidemiyordu. İsrail masumlara karşı her terör eylemi yaptığında Suriye’nin desteklediği gruplar karşılık veriyordu. Yazarı İsrail, finansörü Amerika olan BOP denilen vahşi oyun gereğince Suriye parçalanıp yangın yerine döndürüldü. Bu parçalanmada stratejik derinlik hikayeleri anlatan yeni Osmanlıcı Nominalize kafa yapısına sahip ekabir takımımız maalesef ABD ve İsrael’in bilerek veya bilmeyerek önünü açtı. Suriye’nin parçalanmasının İsrail’den başka kimsenin işine yaramayacağı gün gibi aşikarken ve bu parçalanmanın Türkiye’nin başına çok büyük sorunlar açacağı ortadayken ne gereği varsa yıkıma yardımcı olarak dahil olduk. Sonuçta bizim de dahlimizle ortada ne İsrail’e kafa tutacak bir Suriye nede Namaz kılmaya çok heveslediğimiz bir Emevi Camii kaldı. Sürecin sonunda  dış politikada elimizde stratejik derinlik üstadlarımızın kılavuzluğunda bir Suriye bataklığı  ve züğürt tesellisi bile olamayacak onurlu yalnızlığımız söylemi kaldı.  

İşte bu aşamadan sonra Siyonizm ayağa kalktı ve serbest adımlarla yürümeye başladı.

Artık İsrail son aşamaya geldi. Bazı ülkelerin kuvvetli destekleri ve bizim gibi ülkelerin politik hatalar yumağı katkılarıyla, kendisi tek kurşun atmadan, vekalet savaşları yaptırarak tek insanını kaybetmeden, Ortadoğu’da ayağına dolanabilecek bütün engelleri kaldırttı. Sahayı figüranlara temizletti. En azılı israil düşmanı olduğunu söyleyen vizyonsuz çevrelere onların ruhu bile duymadan  kendi ordusunda askerlik yaptırdı, amacına giden yolun kilometre taşlarını onlara döşeterek İsrail’e hizmet ettirdi. Şimdi bayrağındaki Siyon yıldızının altında ve üstündeki iki şeridin temsil ettiği Fırat ve Nil nehirlerinin arasında kalan topraklara doğru ilerleme vakti geldi. Yeniden Osmanlıyı kurma hülyaları pompalanarak, halifeliğin yeniden ihyası rüyaları kurdurarak yaptırdıkları saha temizliğinde Türkiye’deki bazı oluşumlar azami ölçüde kullanıldı.

Gazze’nin soykırımla temizlenmesi daha ilk adım, yürümeye yeni başladılar, yakında koşacaklar.

Peki Filistinliler ve Arap Dünyası bu toprakları İsrail’e ve batı emperyalizmine  ne zaman kaybetti?

Filistin bayrağının ortasında kırmızı bir üçgen vardır. Bu üçgen Osmanlıya karşı kahramanca! isyan edip Müslüman Türk askerini sırtından vurduklarında döktükleri kanı simgeler. Osmanlıyı arkadan hançerleyip İngilizlerin kutsal toprakları ele geçirmesine sebep olduklarında ve döktükleri o kan ve ihaneti bayraklaştırdıklarında bugün tamamlanan Filistin’i kaybetme sürecine girmişlerdir.

İhanetlerinin simgesi olan o kırmızı üçgenin laneti ne yazık ki bu gün masum Filistinli çocukların üzerine çökmüştür.