23 Aralık 1930 Tarihi, Cumhuriyetimiz ve Türk Devrim’i için kara bir gün. Öğretmen Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın, bekçi Şevki ve Hasan’ın katledildiği şeriatçı kalkışma… Kayıtlara Kubilay ya da Menemen Olayı olarak geçen gerici başkaldırı…Kendini “mehdi” olarak tanıtan Derviş Mehmet’in, arkalarında yetmiş bin kişilik bir halife ordusunun olduğu yalanıyla halkı toparlayarak isyana önderlik ettiği… Bu cihada katılmayanların kılıçtan geçirileceği tehdidiyle cahil halkı yanına çektiği vahşet günü…
Gerici kalkışma ve kırımların yıldönümlerinde duygu ve öfke seliyle anmaların yapıldığı, toplumsal duyarlılığın artırılmaya çalışıldığı fakat bilinç geliştirme ve önlem/çözüm aşamasına pek geçilemediği ne yazık ki bugün çok net görülmekte. Ders alma/çıkarma yetersizliği, benzer olumsuzlukların yinelenmesine yol açmakta. Menemen Olayı, Nakşibendi Tarikatının önderi Şeyh Esat ve yandaşları tarafından planlanmıştır. Cumhuriyetin öğretmen askeri, isyancıları ikna etmeye uğraşarak anlaşma yollarını denemiştir. Yobazlığın bir yönüyle de “sürü” özelliği taşıdığını Kubilay olayında ve diğer başkaldırılarda görüldüğü gibi ilgili kitlenin “gaza” gelebileceği, azgınlaşabileceği, yakıp-yıkıp-insan kesebileceği-öldürebileceği unutulmuş sanki!
Daha yakın tarihlerde yaşanan, bire bir olmasa da benzerlik gösteren yakıp-yıkmalar, insan kıyımları; Maraş’ta, Çorum’da Sivas’ta, Ankara ve İstanbul’un değişik semtlerinde ve ülkenin birçok ilinde ve beldesinde örülüp tezgahlanan tek tek ve toplu kıyımlar hala net çözümlenemeyip “münferit”, “kendini bilmez güruh”, “birtakım meczuplar” “terör örgütü” vb. diye nitelemelerle zamana yayılarak bir bakıma halk korku seline teslim edilirken üzülmekle kalınamayacağı bilinmeli artık!
(………….)
Başta şeriat isteği olmak üzere Cumhuriyet karşıtı kalkışmaların önderleri ve ilgili kesim/taban/yandaşlar, hazırlık aşamasından sonra eyleme geçerler. Önce “öteki” diye –“öteki”ye bütün olumsuzluklar yüklenir artık; dinsiz, Allahsız, gavur vb.- nitelemeyle başlar, kin/nefret duygularıyla düşmanlaştırır, katli vacip sayılarak devam eder. Ayrıca sıradan kitlenin ve özellikle taban saydıklarının bir inanç ve kültürle donatıldığı da sosyolojik bir olgu olarak unutulmamalı.
Olayın dramatik yanını ele alıp duygusal bir ağıta yönelmek yerine ders çıkarmayı önceleyen yönüyle irdelenmesinin günümüz açısından çok daha anlamlı ve önemli olduğu görülebilmeli. Ancak olgu ve olayın/olayların ne olduğunu da doğru ve nesnel anımsatmak/vurgulamak, tarih bilinci ve sorumluluklar açısından da oldukça önemli. Özellikle günümüzde ve yakın tarihimizde kimi yaşananlarla benzerlik kurulabilir mi bilmem ama olayların ve kalkışmaların/denemelerin “fevri” ve “meczup” işi olduğunu söyleyen devlet/hükümet yetkililerinin tavrı çok “manidar” / düşündürücü sayılmalı bence! Atatürk’ün Kubilay’ın katlinden sonra söylediği “mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının tasvipkar/benimser bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise” ve ilk etapta söylediği “Menemen yakılıp yıkılsın” sözü Cumhuriyetçi bir duruş ve yılmayan bir kararlılığı gösterir. – Ayrıca Atatürk Menemen’i de yakıp yıkmamıştır bu da biline.-
Kubilay/Menemen Olayı, gericiliğin ve Cemaat/Tarikat kamplarının, örgütlenmelerinin ne büyük bir tehlike olduğunu cumhuriyet boyunca yapılan başkaldırılardan anlaşılmakta. Kitle tabanını oluşturması için eğitim ayağı bu cemaat/tarikatlardan ve onların etkilediği “kurs merkezi”, “vakıf”, “yurt”,” “cami külliyesi”, “okul” gibi kurumlardan geçmekte. “Sıbyan okulları” da dahil olmak üzere bu kurumların bütününde Cumhuriyetin laik-bilimsel-karma… eğitimine karşı seçenek oluşturmak amacıyla yönlendirme ve güdüleme/koşullama yöntemiyle beyinler ve yürekler yıkanmakta, Cumhuriyet ve Devrim karşıtlığı enjekte edilmekte; afyon ve uyuşturucu verircesine!
Oyun, öğrenim ve yetişme çağındaki körpeler, çocuk ve gençler bağımsız ve özgün kimlik geliştirme olanağından uzak tutularak deyim yerindeyse “mankurt” vari bir yöntemle hazır kıta olarak geleceğe, birilerinin emellerine açık duruma sokuluyorlar! Bu özel ve çoğu yasadışı sayılması gereken oluşumların yanında son yıllarda artan bir hızla çoğalan “yasal” ve hükümet/belediye/devlet destekli oluşumlar da sorgulanamaz oldu. Statülerinin “mevzuata uygun” ya da “yasal” ve “hukuksal” biçimselliğine/aldatmacasına güvenilmemeli. Cumhuriyet yasaları ve hukuku, anayasa biçilmekte fiilen/eylemsel olarak dinsel kural ve gelenekler uygulanarak şeriat öne çıkarılıp övülmekte.
Yetmezcesine MEB’in içine önceden “gıdın-gıdın” ve “sinsice” sokulan, sonradan tamamen tüm kadrolarıyla doluşan/doluşturulan ve egemen olan Cumhuriyet Devrim ve ilkeleri karşıtları, laik-karma-bilimsel/akılcı… eğitim düşmanları, ellerini ovuşturarak Türk Devrimi’nin eğitim kültür ayağını yıkmanın sevincini, şimdilik bıyık altından gülerek kutlamaktalar!
Ağırlıklı olarak günlük siyasi atışma-kavga-polemiklerle uğraşan sistem partilerinin ve onların küçüklü-büyüklü ortak ya da destekçileri, Cumhuriyetin yüz yıllık birikiminin ve kazanımının aynı zamanda Kubilay düşmanlarına karşı verilen/verilebilen savaşımlardan ve akan kanlardan, kıyılan canlardan geçtiğini unutmasınlar!
Günlük kimi olay ve gelişmelerin kendi çıkarlarına uygun olması kimseyi rehavete sürüklemesin! Günümüzün Şeyh Esatları, Fetoları, Derviş Mehmetleri ve bilumum yobaz ve Cumhuriyet düşmanları aldatıcı bukalemun görünüm ve yapılarıyla her yerde varlar!
Devletin, dolayısıyla hükümet ve bütünüyle anayasal kurumların sorumluluk ve görevleri/görevlileri nerede diye sormak oldukça safça değil mi; gücünü/sopasını yitirdikten sonra? Sistem açmazlarının ve partilerinin dalaşması, karşı devrimin bilinçli taktik ve yöntemi olmasın sakın! Siz ne dersiniz yoksa bir abartı mı söylediklerim? “Devrimin sopası” yoksa/kalmadıysa o devrim yıkılır; dünyada örneği çok!
-Yarınlar Güzel Olacak-