Çok yazıldı, çok söylendi ama bir kez daha vurgulayarak belirtmeli. Ülkemizin de içinde bulunduğu büyük coğrafyayı bölme-parçalama ve küçük devletçiklere ayırma amacının ABD’nin başını çektiği emperyalizmin vaz geçilemez amacı olduğu gerçekliği… Yeni koşulların, değişen kimi dengelerin ve de dolaylı kimi amaçların -iktidara gelmek ya da iktidarda kalmak gibi- oluşması ve gerçekleşmesi için verilen sözler/ödünler/taahhütler… Bütün bunların daha adil, daha eşitlikçi, daha demokratik, daha insanca… bir ülke ve dünya için yapıldığı yalanı!
Çok eskilere gitmeden, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya ve son Suriye örneği, böl-parçala-güçsüz bırak-talan et yönteminin işlediğini; etnik/dinsel unsurları birbirine kırdırarak uzun süreli düşmanlık oluşturmak amacının değişmediğini nasıl görmez/göremez namuslu siyasiler/yöneticiler?
Suriye’deki yıkım harekâtını alkışlayarak ABD ve emperyalizmin amacına çanak tutan anlayış, ülkemizin ne büyük tehlike ile karşı karşıya olduğunu hala anlamamakta! Konunun sadece iç politik hesaplaşmanın ve iktidar olma stratejisin bir parçası gören siyasi partiler ve saray yönetimi var ortada. Bu ülkenin nasıl kurulduğunu/kurtulduğunu ve cumhuriyete nasıl kavuştuğunu, hangi yıkım ve başkaldırılardan geçilerek bu günlere gelindiğini, binlerce şehit ve kırımın ne için yaşandığını bilmezler mi? Ülke-vatan-yurt-namus vb. kavramları ve değerleri bu denli nasıl ucuzlar? Bütün bunlara karşın “iktidar olma” hırsının bir anlamı olabilir mi?
Emperyalizmin yüksek çıkarları tartışılmaz, ancak onlarla mücadele edilir. Bu zehirli yılanla ağzı bağlı çuvalda yolculuğa benzer. “Barış”, “kardeşlik”, “demokrasi”, “daha güzel” bir yaşam emperyal güçlerle ve onlarla çıkar birliğine girenlerle o-lu-şa-maz! Bu hayal değilse bir aymazlıktır, tarih bunu kanıtlamıştır da. Yukarıda sayılan ülkelerde kan-gözyaşı-açlık-yokluk ve iç savaş sürerken ülkemizin nasıl bir bataklığa sürüklendiğini günlerdir konuşup-yazıyoruz. Emperyal planın kamuya aktarılmayan perde arkası, aysbergin asıl gövdesini oluşturmakta. “Darbe anayasası” tekerlemesiyle gündeme getirilmeye çalışılan “yeni anayasa”, sadece bir iç düzenlemeyi değil Cumhuriyetin niteliğini ve bölünmez bütünlüğünü yok etmenin önünü açacak aynı zamanda uluslararası emperyal bir çabadır/amaçtır!
Hele Türkiye siyasetine değişik dönemlerde, yol ayrımında biçim verme yeteneği tartışılmaz bir görev adamının abuk-sabuk sözüm ona barışçıl/demokratik bir çıkış yaparak toplumun feleğinin şaşmasına yol açmasına seyirci kalmak nasıl bir siyasi tutumdur! Yok “şeffaf” olsun muş; yok “bütün aktörler” görüşmelere katılmalıymış; yok “tarihi fırsat kaçırılmamalıymış” vs.…
Bölge ülkelerinde vekalet savaşları çok eskiye dayanıyor. İsrail’in Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye saldırıları tamamen ABD emperyalizminin açık desteği ile gerçekleşmiştir. Ülkemizin güneyinde, Suriye ve öncesinde Irak’ta yine ABD’nin taşörenleri olan PYD-PKK gibi örgütlere on binlerce tır dolusu silahı ve siyasi desteği “müttefik” ABD vermedi mi? Yine kırk yıldır savaşılan PKK terör örgütünü kim kurdu, kim destekledi?
Artık savaşların başlangıç tarihlerini tarih yazıcıları saptayamayacak, bitimini belki not edebileceklerdir. Çünkü emperyalizmin saldırısı süreklidir, fırsatını bulduğunda boşluğa düşen ülke ve ulusları yok eder. Bu bağlamda Türkiye’nin yeni bir “paradigma” (değerler dizisi, bütünü) ile karşı karşıya bırakılmak istendiği dillendirilmekte. Örülmeye çalışılan, kulağa hoş gelebilecek insancıl değerlerle kutsallaştırılmaya çalışılan bir paradigma. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun/halkımızın kanı pahasına oluşturduğu, bugüne dek birçok badireden geçerek koruduğu ve halen yaşamının olmazsa olmazı gördüğü bütün değerlerin seçeneği diye bize sunulmak istenen “paradigma” öyle mi? İkinci açılım/saçılımın yeni versiyonundan başka bir şey değil bu ABD/Batı dayatması. Bakınız diplomatik trafik nasıl da hızlandı, iç ve dış politik kulvarda. Çok “sayınlar” türedi, kimi terör timsallerinden ve destekçilerinden. Nezaket gösterileri muhalif görülen kanallarda bile zirve yapmakta. Salyalarla birbirine saldıranlar “dost” meclisleri ile kefen biçmekte ülkemize, ağa babaları emperyalistlere güvenerek!
Bunu fırsat bilen sömürgen çevre aparatları/taşörenleri, bölücüleri, uygun terör örgütleri ve bütünüyle Cumhuriyet düşmanları/şeriatçı akımlar, kollarını sıvayarak Cumhuriyetin “köküne kibrit suyu” yarışına ve uzlaşısına yöneldiler.
İkinci açılımın daha doğrusu emperyal dayatmanın son adımlarıyla, Türkiye’nin yönetim biçimine müdahale aşamasına geçme atağı olduğu kavranmalı. İktidarda kalabilmenin bu denli büyük riski/tehlikesi ve suçu nasıl öngörülemez anlayabilmiş değilim! Cihatçı örgütlerle, Cumhuriyet düşmanı etnik/dinsel terör yapılanmalarıyla ve de emperyal merkezlerin açık desteği ile senaryo üretip uygulamaya koyanlarla kendi geleceklerini biçimlemeye/ düzenlemeye çalışanlar, tehlikeli sularda yüzmenin ötesinde bağışlanamaz suçlara ortak olmaktalar!
Öyle ki bu uzlaşının dışında olması beklenen başta CHP ve kimi “sol” partiler, aydınlar beklentiye girerek sessizliğe büründüler. “Suriye’nin toprak bütünlüğü tartışılamaz” anlamında açıklama ve hamasi söylemle kamuoyunu ve tabanını diri tutmaya çalışmakta. Oysa Suriye’de ve öncesinde diğer ülkelerde bölünme tamamlanmış, harita aşamasına gelinmiştir.
Sıranın kime/nereye geldiği bu denli açık iken Emperyalist atağı görmeyerek/göremeyerek politika yapmak öngörü eksikliği değilse, korkarım ki söz konusu “paradigma” ya dolaylı da olsa destek vermek anlamına gelir. Desteğin açık ya da gizli olması, direk ya da dolaylı olması suçu hafifletmez!
-Yarınlar Güzel Olacak-