Aydın olmak kendini “bilmektir;” kim, ne olduğunu anlamak, aileni, köyünü, kasabanı, kentini, ülkeni, tüm dünyayı, evreni tanımaktır. Damlada suyu, gözeyi, gölü, denizi, okyanusu görmektir. “Ben”de insanı, ulusu, insanlığı yaşayabilmektir; canlı, cansız tüm doğayla bütünleşip kaynaşabilmektir.

Aydın olmak tüm insanlıkla söyleşmek, “hem hal” olmak, sorunlarını, sıkıntılarını paylaşmak, yaşamak, dillendirmektir. Onlarla dertlenmek, sıkıntılanmak, kızmak, öfkelenmek, çağlamaktır. Sorunları yüksek sesle anlatmak, duymayanların kulaklarını patlatmak, kalın harflerle, altını çize çize gözünün içine sokmaktır. Aydın olmak sıkıntılı, dertli, belalı bir iştir. Konuşamayanların sesi, yazamayanların kalemi olmaktır. Belaya gönüllü atılmaktır.

Hasan yürekli ve dünyasını güzelliklerle, evrenle dolduran bir insan. Yıllardır, kovanında ürettiği balı insanlarla paylaşan bir insan. Halkını duyan, düşünen, halkıyla yaşayan, özümsediklerini halkına damıtarak veren bir insan. Yunus ne diyordu? “Ballar balını buldum / kovanım yağma olsun.” Kağıdın olmadığı, SEKA’nın-tüm fabrikaların kapatıldığı, arazilerinin “arsa”, makinelerinin “hurda” diye satıldığı bir ülkede hiç durmadan yazan, toplumun acısını, sancısını, derdini, sıkıntısını belgelendiren, anlatan, ortak bir duygu ve düşünce olarak bizlere yaşatan insan.

*

“Her Yönüyle Tonya, Trabzon-Tonya Ağzının Dilbilgisel Özellikleri ve Tonya Sözlüğü, Bir Tutam Gülücük-Tonya Fıkraları, Tonya, Önce Annelerini Vur, Maden Dulları, Sokaklar İnsanlar İzler.” Ve Tonya Haber Gazetesi… Şimdi de Mustafa Çavuş… Yazdı, yazıyor da. İnanıyorum ki, ömrü oldukça, parmakları çalıştıkça içindeki yazma ateşi hiç sönmeyecektir.

“Mustafa Çavuş”, “Bir Kuvayı Milliye Hikayesi” alt başlığı ile “Sakarya Savaşı’nın kahramanlarına saygıyla!...” armağan edilen, iki yüz doksan beş sayfalık bir kitap. Yirmi Yedi bölüm numarası var. Vefa Baskı Sanayinde basıldı ve ciltlendi. Birkaç yazım hatası dışında “çıkıyordular-çıkıyorlardı(s.226); (Türpetepe -Türbetepe) baskı temiz ve yanlışsızdı. Kimi yöresel sözcükler “Türkçe Sözlükte” yer almadığı gibi, internette de yoktu. Yazar kitabın sonuna yöresel anlamlarıyla bir eklenti yapsaydı, daha öğretici, aydınlatıcı olurdu. Örneğin birkaç sözcüğün yanında “dorak”, kimi yerlerde “doruk, zirve-peynir-çökelek” anlamları taşıdığı gibi “mısır çiçeği” anlamına da gelmektedir.

Kitabın kapak düzeni, rengi, profesyonelce hazırlandı, çok başarılı da oldu. Ancak kitabın iç düzenini sağlayan “bölüm rakamları” sayfalara gelişi güzel serpiştirilmiş, her bölüm numarası sayfanın başına gelecek biçimde düzenlenseydi, kitabın iç düzeni daha güzel olurdu. Sayfa boşlukları hem kitabı rahatlatır, hem de okuyucunun gözünü yormaz.

Romanlarda, öykülerde, ya da herhangi bir yazıda konu ve olay tekrarı yapıtı aşındırır. Duyguları, düşünceleri ve kitabın etkisini zayıflatır. Bu tipte sözcük yinelemesi yapıldığı gibi bölüm geçişleri “acelecilikle” yazıldı duygusu uyandırdı bende. Kahramanların geçtiği yollar, konuk olarak kaldığı yerler, insanlar, statüleri, ekonomik, sosyal ve kültürel durumları, halk üzerindeki etkileri, köylülerin, yaşlıların durumu “daha sakin”, daha bir “özümletilerek” anlatılabilirdi. Çevre halkı folklorik özellikleriyle, yöresel kıyafetleriyle, yaşayış biçimleriyle, inançsal saplantılarıyla verilip kitap zenginleştirilebilirdi. / Buna karşın tarihi canlandırıp yaşamın içine getirmek oldukça zor bir iştir. Hasan bunu büyük bir ustalıkla başardı. / Kitaptaki konuşmalar çok güzel olurken kimi bölümlerde art arda gelen cümlelerde ayırtına varılmadan yinelenen kimi sözcüklerin eşanlamlıları kullanılsaydı, ya da başka sözcükler seçilseydi “anlatım” hem daha sıkı ve etkili, hem daha güzel olurdu inancındayım:

“-Camın önüne bir engel koyup kapanmasını engelledi.(s.201)” “-Süleyman Usta çayları uzatıyordu. Çayları içerken Azmi Bey…(s.201)” “-Hafız Efendi meraklıydı. İstanbul’u merak ediyordu.(s.228)” “-Sakarya’nın doğusuna çekilmişlerdi. Günlerce süren çekilmeyi yaşamışlardı.(s.262)” “-…dalıp çıkıyordular suya. (…dalıp çıkıyorlardı suya.)” “-…yola çıkıldı Çaldağı’na doğru. Öğleye doğru Çaldağı’na ulaştıklarında… (s.273) gibi.

*

Kurtuluş Savaşı bir destandır: İmkansız başarıldı çünkü. Olağanüstü olaylar yaşandı. Azimle, inançla, karşılıklı ölümüne güvenle bu ulus İngiliz’i, Fıransız’ı, Yunan’ı, İtalyan’ı topraklarından attı; isyancıları, işbirlikçileri, hainleri temizledi, susturdu. Balkan Savaşı’na, Birinci Dünya Savaşı’na, Mondros’a, Sevr’e, ordularının dağıtılıp silahlarının elinden alınmasına ve on yıldır savaşmasına ve yorgunluğuna rağmen bu millet teslim olmadı, yaratılan korkunç koşullara boyun eğmedi. Yurdun dört bir yanından gelen Mustafa Çavuşlar, Sefer Ustalar, Kerim Efendiler, Süleyman Ustalar, İhsan Beyler, Azmi Beyler, Kurtuluşa inanmış Ağalar, İmamlar, Hocalar… hem cephede, hem cephe gerisinde, hem Meclis’te, hem de yurt dışında çok büyük savaşımlar verdiler, yurtlarını kurtardılar, bağımsızlıklarını, özgürlüklerini kazandılar, mazlum milletlerin önünü açtılar, çağdaş Cumhuriyeti kurdular.

Kurtuluş Savaşı bir başkaldırı ve yeniden varoluştur. 19 Mayıs 1919’la başlayan ve 9 Eylül 1922’de İzmir’de biten bir yürüyüştür. TBMM’sidir, I., II. İnönüler, Sakaryalar, Dumlupınarlar, Büyük Taarruzlardır ve Cumhuriyet’in ilanıdır. Mondros’un, Sevr’in yok edilmesi, Lozan’ın getirilmesidir; sınırların çizilerek Türkiye’nin tapusunun alınmasıdır.

Hasan, Mustafa Çavuş’la bu muhteşem destana bir yerinden dalış yaptı ve işgalle azan Rum, Ermeni çetelerine karşın İstanbul’dan başlattığı tehlikeli yolculukla önce Ankara’ya, sonra bizi Sakarya’nın batısına kadar götürdü ve “makus talih” yenildi. Yaşanılan acıları, umutları, umutsuzlukları her hücrede duyumsatan ve okunması gereken bir kitap. Dileğim odur ki Hasan, ipek böceği gibi kozasını örer, yeni kitaplarla Cumhuriyet’i kurar, Atatürk’ün devrimlerini okurlarına yaşatır. Kutluyor ve bekliyorum…

Sevgiyle, esenlikle kalınız…