SARI SALTIK, “BİZ GELDİK ŞEYHİM
Blagay Tekkesi’nin bir de çok önemli kahramanı var: Sarı Saltuk... Sarı Saltuk, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın himayesinde derlenen ve ‘Saltuk name’ adıyla da bilinen halk efsanesinin kahramanı... Anadolu’nun ve Rumeli’nin fethi sırasında önemli rol oynayan, efsaneleştirilmiş bir Bektaşi babası...

Güçlü, korkusuz, ama bir o kadar da bağışlayıcı ve hakkaniyetli bir kahraman olan Sarı Saltuk, bu özellikleriyle birçok coğrafyada halkın sevgilisi olmuş. Hatta sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de önemli bir kahraman. Bu yüzden Blagay Tekkesini her dinden yüz binlerce kişi ziyaret ediyor.

Daha önce bir defa daha ziyaret ettiğim Alperenler Tekke sine sıcak bir Temmuz gününde ulaştık. Gurubumuzla birlikte büyük bir keyifle nakış nakış işlenen tekkenin müştemilatını gezdik. Yeşil sancak ile fotoğraf çektirdik. Hemen Buna nehrinin kenarına indik ve sıcağında tahriki ile “Belgeselci kardeşimiz İsmail Kahramanında ifadesiyle” buna nehrini yüzerek geçen ilk Türk olacağımı bilmeden elbiselerimle birlikte nehrin mavi sularına kendimi attım. Seyredenlerin meraklı ve korkulu bakışları arasında nehrin karşı kıyısına geçmek için kulaç atıyordum ancak dışarıda 40- 45 derece sıcaklık olmasına rağmen nehrin soğukluğundan adeta donmak üzereydim. Bu sıcaklıkta, buna elbette kimseyi inandıramazdım. Bütün gücümü kullanarak çok bol suyu ve akıntısı olan nehrin karşı kıyısına vardığımda bildiğim bütün duaları okuyarak dışarı çıktım. Orada şişme bot ile nehir turu yapan insanların “yasak demesine rağmen” yüzüp karşı ya geçmiştim. Bu benim için bir refleksle başlamıştı ama büyük bir heyecanla bitmişti. Burası gerçekten görülmeye değer güzellikleri bağrında saklayan bir cennet köşesi. Temsil edip tebliğ için hayatını feda edenlere selam göndererek; gönüller güzeli Mostar’a yollandık.

Hersek bölgesinin hayat kaynağı olan ‘Neretva’nın hemen yanında bulunan ve UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde de yer alan Poçitel, aslında Osmanlıların sınır kasabasıydı. Boşnakça ‘Başlangıç Noktası’ demek olan Poçitel, Osmanlı’nın batıdaki en büyük rakiplerinden olan Venediklilere bağlı Dubrovnik ile sınır komşusu. Tamamen taştan inşa edilmiş bu sınır kenti, Osmanlı’nın askeri mimari dehasının en iyi örneği. Nehir kenarından başlayan ve oldukça dik bir yamaç ile yükselen kent, en tepede bulunan kalesiyle aslında tam bir geçilmez kent hüviyetinde... Kabul etmek gerekir ki Osmanlılar Poçitel’i, aynı Mostar gibi, Avrupa ülkelerine gücünü göstermek için oldukça görkemli inşa etmiş. Büyük, güçlü ve içinde her türlü yaşam alanlarının bulunması sebebiyle Poçitel, benzersiz bir sınır karakolu kenti.

Aslında kalenin 4. yy’de yapıldığı kabul ediliyor. İlk zamanlar küçük bir kale olan Poçitel Kalesi, büyüyen Osmanlı tehlikesine karşı Macar Kralı Korvin tarafından güçlendirilmiş. Osmanlılar kaleyi ele geçirdikten sonra, aynı Travnik Kalesi gibi, büyütmüş ve kalenin altına bir şehir inşa etmiş. Bölgede bol bulunan dayanıklı sert taşlarla inşa edilmiş Poçitel. Bu yüzden ‘taş şehir’ diyebiliriz. Dar taş sokakları, hamamı, medresesi, kervansarayı, evleri, camii ve namaz saatini gösteren saat kulesi ile tam bir Osmanlı kenti. Rumeli topraklarına yaptığı gezilerde şehirleri, yaşamlar ve kültürleri detaylı olarak anlatan Evliya Çelebi 1664’te Poçitel’e gelmiş: “Poçitel Kalesi küçük ama sağlam bir yapı. Kalede surların, kulelerin ve komutan konutunun yanı sıra ambar ve küçük bir cami de yer almakta. Kale dışında 150 hane var. Evler taş tuğla ve kiremitten yapılma. 1562’de yapılmış bir de köy camii var.” Daha sonradan yapılan kervansaray ve saat kulesi dışında Poçitel tam da Evliya Çelebi’nin gördüğü şehrin aynısı.

Bosna Savaşı sırasında Hırvatlar tarafından yoğun bombardımana tutulmuş olan Poçitel ’de tüm Osmanlı izleri silinmeye çalışılmış. Ancak savaş sonrası özellikle Dünya Bankası ve Türkiye’nin de desteğiyle yaralar kısa sürede sarılmış ve Poçitel eski görkemli görünümüne tekrar kavuşmuş. Artık çok az kişinin yaşadığı Poçitel, geçmişin askeri gücünden uzak, adeta bir huzur kenti görünümünde. Neretva Nehri’nin gürül gürül akan suyunun sesi dışında sadece kuş cıvıltılarının duyulduğu kenti mutlaka görmelisiniz.

POÇiTELi’DE “ÂDEMİN YERi”
Poçitel‘de rehberimizin yönlendirmesiyle oturacağımız kahvehaneyi “Âdem’in yeri” olarak belirledik. Âdem Müslüman bir Bosnalı gençti, evlenecekti ve yanındaki diğer Sırp komşularının şirretliğine karşı oraya gelen Müslümanların ve de özellikle Türklerin ilgisine muhtaçtı. Sırplar, burada da sırplığını göstererek, gelen turist kafileleri Âdem’in çay ocağı önünde durmasın diye, buranın önüne kare şeklinde büyük beton bloklar dizmişler. Ancak bunu görenler Âdemin çay ocağına inadına daha çok ilgi göstermiş ve Âdem kardeşimize destek vermektedirler. Bizde öyle yaptık ve keyifle çaylarımızı yudumlayarak, orada bir Âdemimiz var bilip Mostar’a doğru yola koyulduk.

Blagay Tekkesi ve Poçitel Köyü Rumeli’nin nasıl kısa bir sürede Osmanlılaştığını belki de en iyi anlatan iki örneği... Biri Osmanlı’nın hoşgörülü din anlayışının örneği, diğeri ise askeri gücünün göstergesi...

Hafızalarımıza kazınan Mostar Köprüsünü ve köprüden nehre atlama hayalini kurarak yola koyulduk.

Bu güzelliklerin etkisiyle gördüklerimi anlatırken, gurubumuzda bulunanları bir an kaybettim gibi oluyor. Ama şunu içtenlikle söyleyeyim ki çok kaliteli ve medeni bir gurupla, çok güzel bir tarih ve kültür gezisi yaptık. Yeri gelmişken tur sahibi Halil Güven’i çok korkutan tur arkadaşımız ve aynı zamanda İzmit Darıca da cami hocası olan Hayati Gülmez hocamızın anlattığı “Ölü yıkama fıkrası” hem çok korkuttu ve hem de hepimizi çok güldürdü. Okuyucularımızı korkutmamak için uzun olan fıkrayı ben burada anlatmıyorum ama yolu Trabzon’da “Gündönümü Tur’a” düşen dostlarımız tur sahibi Halil Güven’den bu fıkrayı mutlaka dinlesinler, bana hak vereceklerdir.

Bosna-Hersek Cumhuriyetinin Mostar şehrinde Neretva Nehrinin üzerinde 16.yy.ilk yarısında Mimar Sinan tarafından yapılan dünyanın sanat bakımından en müstesna taş köprüsü Mostar’a ulaşmıştık, gözlerimize inanamıyorduk, bu ne güzellikti. Bilindiği gibi Mostar köprüsü; dünya da nehir yüzeyinden en yüksekte bulunan köprü unvanını da elinde bulundurmaktadır.

TARİHİ DELİ CESARETİ...
Yolda gelirken kendime verdiğim söz gereği ben hemen köprünün ayaklarına inerek bu sefer elbiselerimi çıkarıp bir anda Neretva nehrine kendimi attım. Aynı soğukluk burada da vardı. Amacım nehrin derinliğini anlayıp, köprünün tam tepesinden, elime aldığım bir Türk bayrağı ile köprüden nehre atlamaktı. Delice bir hareketti ama tarihte, akıllılardan çok deli cesaretlilerden bahsedildiğini biliyordum. Köprünün iki ayağı arasını çevrede bulunan onlarca insanın hayretlik bakışları arasında yüzüp işimi tamamladım. Şimdi sıra köprünün tam tepesinden elime bir Türk bayrağı alıp nehre atlamaktı. Öyle ya, asırlarca Türk atlılarının rüzgâr gibi düşman üstüne estiği bu kutsal mekânda, benim köprüden atlayışım neydi ki!

Ancak niyet başka, nasip başka derler ya, yüzme işlemini bitirip tam köprünün üzerine çıkacaktım ki, bir anda etrafı savuran ve arkasından yoğun bir yağmur taşıyan fırtına ile karşılaşıp, en yakın lokantaya zor sığındık. Yağmurun hafif dinmesinden sonra dönüş saatimiz geldiği için aracımıza bindik ve Saraybosna’nın merkezine hareket ettik. İsmail Kahramanın; üzülme hocam her şeyde bir hayır vardır, bir daha ki sefer sen atlayışını yaparken seninle röportaj yapar yayınlarız, bu belki daha güzel olur deyince, çaresiz içimde bir ukde ile Mostar’dan ayrıldık.

MOSTAR, HAFIZALARIMIZIN MUTHEŞEM MAVİLİĞİ
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı Devleti sınırları içine giren Bosna-Hersek’te câmi, medrese, kervansaray ve köprü gibi mimari değeri yüksek pek çok eser yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a Neretva Nehri üzerine yaptırılan “Mostar Köprüsü” de bunlardan biridir. Yapım harcında yumurta ve keçi kılı kullanılan köprü, tek kemerli iki ayak arası 28.59 metre genişliğinde olan hilâl şeklindeki köprünün yüksekliği 20 metredir. Taş korkulukları arasındaki genişlik 4.05 metredir. Üst döşemesi düz olmayıp kademelidir. Bu özelliğiyle köprüden yayalar ve arabalar rahatlıkla geçebilmektedir. Zamanla köprünün üst ve diğer kısımlarında bazı değişiklikler yapılmıştır. Mostar Köprüsü, “Büyük Köprü” ismiyle de bilinmektedir.

427 yıl boyunca depremlere, sellere ve İkinci Dünya Savaşına direnerek İslâm dininin ve Osmanlının sembolü olan hilâli, beş asırdır Avrupa’nın ortasında mimari zarafetini koruyabilen bu köprü, iç savaşa yenik düştü. Hırvatların Bosna’ya yardım götüren bütün yolları ve köprüleri devreden çıkarma plânı gerekçesiyle Mostar Köprüsü de 9 Kasım 1993’te bombalandı ve Neretva Nehri sularına gömüldü. Böylece Hırvatlar burada sâdece taştan yapılmış bir köprüyü değil, asırlardan beri buradan geçen milyonlarca insandan geriye kalan hâtıralarla, pek çok mimara ilham kaynağı olan bir sanat eserini de yok ettiler. Avrupa topraklarında Müslümanlara ve İslâmî eserlere tahammül edemeyenler Haçlı zihniyetiyle her şeyi ortadan kaldırma gayretindedirler. Kendi tarihî eserlerinin korunmasında gayet insani davrananlar, İslâmî eserlere karşı gaddar, barbar ve hain olmaktadırlar.

Mostar Köprüsünün yıkılışı Bosna’daki savaşın hiçbir sınır ve kural tanımayışını ortaya koymaktadır. Fakat asıl önemli olan sanat için çırpındığını ilan eden milletlerin susması ve bunu yıkan bir kavmin kendi memleketini bile düşünmekten âciz oluşudur. Bunlar uygarlık adına barbarlık yapan, geleceği olmayan, hissiz, sanat zevkinden mahrum milletlerdir.

Savaştan sonra uzun uğraşların ardından, bu köprünün yapıldığı dönemdeki taş ocağı bulunarak işletime açıldı ve köprü aynı orijinallikte mükemmel olarak yapıldı. 

Devam edecek…