Türk milletinin ve Türk toplumunun zaman zaman kendi içinde çelişkiler yaşaması, tarihsel, kültürel ve sosyolojik pek çok faktörün etkisiyle gelişmiş bir olgudur. Bu durumu eleştirirken, öncelikle toplumsal dinamiklerin karmaşıklığını ve bu kavgaların arka planını anlamak gerekir.

Birinci sebep olarak, tarihsel kırılmalar ve travmalar önemli bir yer tutar.

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, Cumhuriyet'in kuruluşu ve modernleşme süreci, Türk toplumunun hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecine girmesine neden oldu. Bu değişim, eski geleneklerin ve kültürel değerlerin yerini yeni bir dünya görüşüne bırakması gerektiği gerçeğiyle karşı karşıya bıraktı toplumu. Eski ve yeni değerler arasında yaşanan bu gerilim, milletin bir kısmını modernleşme çabalarına karşı çıkarken, bir diğer kısmını ise bu sürecin taşıyıcısı olmaya zorladı. Bu çatışma, günümüzde bile hâlâ devam eden kültürel ve ideolojik ayrışmaların temelini oluşturuyor.

İkinci olarak, kimlik ve aidiyet meselesi bu kavgaların önemli bir parçasıdır. Türk kimliğinin tanımı, zaman içinde farklı ideolojiler ve dünya görüşleri tarafından izah edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu tanımlamalar her zaman toplumun tamamı tarafından tarihsel gerçeklere uygun olarak yeterince anlaşılamamıştır. Bu durum, özellikle farklı etnik, dini ve mezhepsel kimliklerin amaç böyle olmasa bile kendilerini dışlanmış hissetmesine neden olabilmiştir. Farklı gruplar arasında bir araya gelme yerine, ötekileştirici söylemler ve kutuplaşmalar ön plana çıkarak toplumsal birliğin zedelenmesine yol açmıştır. Osmanlı bunu, hakim ve kurucu kimlik olan Türkleri, diğer guruplarla eşitleyerek ve hatta farklı grupların temsilcilerini devlet yönetimimde önceleyerek ortadan kaldırabileceğini düşünmüş ancak bu yaklaşım imparatorluğun yıkım felaketi ile sonuçlanmıştır.

Eğitim ve medya da bu kavgaların körüklenmesinde önemli bir rol oynar. Eğitim sistemi, bazen eleştirel düşünceden ziyade tek tipçi bir yaklaşımı benimseyerek farklı görüşlerin bir arada var olmasını zorlaştırabilir. Farklılıkların medeni ülkelerin en önemli birleştirici unsuru olduğu gerçeğini bazı toplumlar kabul etmekte zorlanırlar. Bu durum kavga ve çekişmelerin temel sebebini oluşturabilir. Medya ise toplumu yönlendiren ve şekillendiren önemli bir araç olarak, ideolojik çatışmaları daha da derinleştirebilir. Bu gün bu gerçeği fazlasıyla yaşayan bir toplum durumundayız! Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bireyler kendi dünya görüşlerine uygun "yankı odalarında" yaşamaya başlamakta, bu da diyalog ortamını ortadan kaldırmaktadır.

Son olarak, toplumsal kutuplaşmanın siyaset tarafından körüklendiği de bir gerçektir. Siyasi aktörler, toplumun hassasiyetlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, kutuplaştırıcı bir dil geliştirebilmektedirler. Bu dil, toplumu ortak bir paydada buluşturmak yerine, farklı gruplar arasında sürekli bir çatışma halini besler. Bu kutuplaşma, milletin kendi içindeki kavgayı derinleştirirken, toplumsal dayanışma ruhunu zayıflatır.

Eleştirinin temelinde, bu çelişkilerin aşılması için toplumsal diyaloğa ve empatiye daha fazla ihtiyaç olduğuna vurgu yapmak gerekir.

Türk milleti tarih boyunca zor zamanlardan birlik ve beraberlik içinde çıkmayı başarmıştır. Bu geleneği sürdürmek, farklılıklar arasında köprüler kurmakla mümkündür. Ötekileştirme ve iç çatışmalar yerine, ortak bir gelecek inşa etme vizyonuna yönelmek, toplumun içindeki bu kavgaları sona erdirmenin anahtarı olabilir. Bütün toplumsal kesitlerin birincil görevi ayni gemide, ayni anda farklı yönlere hareket edilemeyeceğinin bilincinde olarak kendi içlerinde her daim barışık yaşamayı öncelemeleridir. Sonu gelmez çekişmeler, herkesin haklılıkları ve kendi doğruları üzerinden hareket etme istekleri, bir arada barış içerisinde kardeşçe yaşama şuurunun en öldürücü zehridir. Bu zehrin panzehiri ise; birbirine karşılıklı saygı, empati ve geçmiş ile gelecek arasına kurulacak sağlam köprüleri, gönüller arasında da kurmak olabilir.

Hepimizin görevi bu sürece gönüllü olarak katkı sağlamak olmalıdır.