“Şehir herkes için bir barış ve emniyet yurdu olmalıdır. İnsanlar merhametli olduğu kadar, mekânlar da merhametli olabilirler” ifadesi ile başlıyor serüven. Günümüzde en çok konuşulan konulardan birisi de, “mimari, rant, emsal değer, inşaat ve kentsel dönüşüm” konularıdır. Biyolojik ihtiyaçlarımız kadar, yaşam alanlarımız ve mekânlarımızı da “insani ölçekler ’de” insan yüzlü olarak tasarlamamızın kaçınılmaz olduğu bir yüzyılda hayat sürmekteyiz. Şehirler bizim ve bizden sonrakilerin ortak malı olduğuna göre, ona gözümüz gibi bakmalıyız.
Bizim medeniyetimiz; Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde bunu külliye halinde vücuda getirmiştir. Bunun en güzel örneği Süleymaniye külliyesidir. Merkezinde cami olan ve hemen etrafında insanların ihtiyaçları olan bütün mekânlar bir uyum ve harmoni içinde birbirlerini ezmeyen ve örtmeyen bir yapıda adeta bir gerdanlık gibi yerlerini almaktadır. Şehirler yaşadığı dönemin kültürünü yansıtan çağının önemli tanıklarıdır. Bir şehri değerli kılan, zamana karşı direnci ve bu gün ile dünü buluşturmasıdır. Bu bakımdan şehir planlamacıları ve de planlama uygulayıcısı olan yerel yönetimler; eskiye ait bir taş parçasını bile yerinden kaldırırken bir kere değil on kere düşünmelidirler.
Bu gün düne göre daha çok birbirine benzeyen şehirleri dünyanın her yerinde görmekteyiz. Şehirleri farklı kılan kültürler ve medeniyetler adeta bir soykırım altında bulunmaktadır. İnsanlar yoğun şehir hayatında ve zor çalışma koşullarında yaşadığı şehirleri fark etmeden yaşamak zorunda kalmaktadır. Bize ait olan irfan ve kültürü her gün biraz daha kaybetmekteyiz. Kültür ve medeniyetin en görünür olduğu şehirler, birbirlerine benzemek için yarış yapmakta, kendilerine ait renkleri ve sesleri duyuş, duruş ve tatları kaybetmektedirler. Hatta bizde olduğu gibi TOKİ gibi kuruluşlarla bu durum adeta teşvik edilmektedir.
Her uygulamanın amacı insanın huzuru ve yuvasının mahremiyetini sağlamak olması gerekirken, bu gün evlerimiz bir şov mekânına dönüştürülmekte, bizi biz yapan hayâ ve edep, hürmet ve sevgi, merhamet ve insaf, bilgelik ve anlayış mekânlarımızdan gitgide uzaklaştırılmaktadır. Şehirlerde gittikçe yalnızlaşan ve içine kapanan insan, zor geçim şartları altında daha dayanıksız ve güçsüz olarak hayata tutunmaya çalışmakta, etrafındakilere ve yaşadığı mekâna yabancılaşmaktadır. Şehirlerimizi, insana ve doğaya saygılı bir şekilde onu bir rant aracı olarak değil, Allah’ın bize bir emaneti olarak korumalı ve güzelleştirmeliyiz. O bizim ve bizden sonrakilerin ortak değeridir, ona sahip çıkmalıyız. Hatta yakın bir hedef olarak; önümüzde yapılacak olan yerel seçimlerde hangi adayın yaşadıkları şehirleri, tarihi ve tabii dokusuna uygun olarak ihya ve inşa etmek için listelerinde ne kadar mimara, mühendise, şehir planlamacısına tarihçiye, arkeoloğa ve şehircilik uzmanlarına yer verdiğine samimiyetle bakmalıyız ve hangi partiden olursa olsun tercihimizi nesillerimizin geleceği için öncelikle bu tespite dayalı olarak medeni bir insan olmanın sorumluluğu ile yapabilmeliyiz.
Çok katlı binalarla dünyanın her yerinde yerel kültürler baskı altına alınarak; mimariden malzeme kullanımına, peyzajdan dekorasyona kadar yerel kültürün gelişimi önündeki bütün imkânlar sınırlanmaya ve ulus ötesi yapıların dünya insanları için biçtiği yaşam şekilleri dayatılmaktadır. Bu noktada mimari ve şehir planlaması, bina üretimi en büyük araç olarak kullanılmaktadır. Kısacası bugün bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de mimari en büyük ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.
Belediye meclislerinde bazı mesleklerle ilgili kalıcı kotaların konulması ile başlatılacak merhametli şehir inşası faaliyetleri, kendi kültürümüze yabancı gökdelen yapımının terk edilerek, komşuluk ihtiyaçlarına cevap verecek ve içinde huzuru paylaşacağımız, günlük ihtiyaçlarımıza kolayca ulaşacağımız geleneksel kültürümüz ile hayat bulmuş yapı şeklinde devam etmelidir.
Bütün bunların yanında yeni mimarlık ideolojisine göre yapılan AVM, gökdelen ve sitelere yerli isim koymak cesaretini bile kaybederek, dilimizi de tahrip ettiğimizin farkında olmalıyız. Mekânlarda insanlar gibi merhametli olabilir, anlayışı ile şehirlerimizi, her yaş ve durumdan insanları ile daha yaşanabilir “merhametli şehirler” olarak inşa etmeliyiz.
Sayın Avni Çebi’nin “akıl fikir” yayınlarından çıkan “Merhametli Şehirler” kitabından alınan ifadeler ile bu yazımızı şekillendirdik. Kanaatime göre; Türkiye’deki bütün mimarlık ve mühendislik fakültelerinde okutulacak, tespit öneri ve değerlendirmelerle dolu “merhametli Şehirler” kitabını, yaşadığı şehri ve vatanını seven bütün yerel yöneticilerin, Kent konseyi üyelerinin, Mimarlık-Mühendislik fakültesi öğrencilerinin bir an önce okuması çok faydalı olacaktır. Avni Çebi’ye bu güzel eseri için teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.