“Güneş batarken ve kararırken tekmil yollar,
Vardık sınırlarına derin akışlı Okeanos'un,
Ordadır Kimmerlerin ülkesi ve kenti,
Oldum olası bol sisle ve bulutlarla örtülü,
Parlak güneş onları ışınları ile göremez hiçbir vakit…”
Homeros’un ölüler ülkesinde bölüm 11’de yaşadığımız bu coğrafyanın yaylalarını anlatıyor sanki!
***
Kendimizle ve şehrimizle ilgili bir şeyler bulmaya çalıştığımız bu epik anlatımlarda belki biraz hayalci olabiliriz.
Lakin çocukluğumuzu doyasıya yaşadığımız bu memleket bize bu izleri veriyor.
Hayatımızın en güzel yıllarını geçirdik bu yaylalarda ve köylerde.
Önce bilyalımızı yaptık; en ilkel ama usta işi tasarımıyla fren sistemini kara lastiğimiz ile yaptık.
Sürdük onu dik rampalı memleketimin topraklarında.
Islandıkça ses çıkarmaya başlayan cizlavutlarla yaylanın ilk düzlüğünde bitip tükenmeyen maçlarımıza başlardık.
***
Havalar genelde sislidir bizim yaylalarda.
Göz gözü görmez çoğu zaman.
Güneşin diğer bölgeleri kasıp kavurduğu Temmuz ayında bir topun peşinde bulurduk kendimizi derenin içinde.
Dereden çıkınca başlardık üşümeye.
Bu açlığın da belirtisiydi aslında
Sabah yemiştik tereyağı ve kara ekmeği.
***
Dünyanın en gizemli bu topraklarında doğmak ve yaşamak ilerleyen yaşlarda hayata tutunmamızı sağlayan bir doku oluşturdu bizde.
Başarmak zorundaydık.
İnat etmeliydik ve herkese boyun eğmeden savaşacaktık.
***
Her şeyin maddeselleştiği bugünlerde özlemle hatırlıyoruz o zamanları.
Hayatın tadını, mutluluğu, üzüntüyü ve yokluğu en güzel şekilde yaşamıştık.
Ve biz büyüdük!
Dağıldık coğrafyanın farklı yerlerine, herkes kendi dünyasına hükmetmeye başladı.
Sadece bazı zamanlarda hatırladı bu en mutlu günlerini.
Hep iç çektik, hatırladık ama sahip çıkamadık bu anılara.
Sadece anlattık.