Hiç bitmeyen tartışmalar vardır. Genelde bu tür bitmeyen tartışmalar bir süre sonra fikir ve bilgi ekseninden çıkar ve inatlaşmaya dönüşür. Öyle bir hale gelir ki savunan da karşı çıkan da gerekçelerini unutur ve sadece sembol ve sloganların hakim olduğu bir kör döğüşüne döner olay. Ülkemizde uzun süredir süren ve sürekli küllenip alevlendirilen hilafet tartışması bu duruma uygun bir örnek olarak verilebilir. Bu tartışma nedeniyle geçen hafta Filistin’e destek mitinginde hoş olmayan olaylar yaşandı. Peki neden hilafet isteniyor? Hilafet istemi gerçekçi mi, gerekli mi? Bu talepte bulunanlar din açısından gerekli olduğunu düşündükleri için mi ısrarcılar? Yoksa yapılan kavganın altında siyasi nedenler mi var?
Öncelikle hilafet isteyenlere sormak isterim. Diyelim bu gün hilafeti getirdiniz ve İstanbul’u hilafet merkezi yaptınız. Hangi İslam ülkeleri sizin halifeliğinizi tanıyacak? Türkleri ikinci sınıf Müslüman olarak kabul eden Arap asabiyesi sizin halifenizi kabul edecek mi? Arap toplumu kendi uhdelerinde olan hilafeti Yavuz Sultan Selim eliyle gasp ettiğini düşündükleri Osmanlı hanedanı’nın hiçbir ferdini halife olarak kabul etmediler. Para ve imtiyazlar ile kabul etmiş gibi göründüler. Fakat buldukları her fırsatta karşı gelip isyan ettiler. İsyan ettiler çünkü Arap anlayışına göre hilafet sadece kendilerinin hakkıdır. “İmamlar Kureyştendir” diye diyaneten değil siyaseten değerlendirilmesi gereken ve hadis olduğu şüpheli bir sözü şiar edinmiş ve halifeliği sadece Haşimi ve Emevi sülalelerin tekelinde gören Arap coğrafyasının sizi kabul edeceğini düşünmek hiç gerçekçi değil. Diyelim Arapları ve diğer dünya Müslümanlarını ikna ettiniz ve içinizden birini halife olarak seçtiniz. Peki bu halife hangi tarikatın veya cemaatin anlayışını ve İslam yorumunu uygulayacak? Tarikat ve cemaatler ortak bir kişide karar kılıp halife olarak kabul edip anlaşabilecek mi? Açıkçası hiç sanmıyorum. Bırakın cemaatlerin birbiriyle anlaşmasını bir cemaatin lideri ölünce yeni liderin kim olacağı konusunda aynı cemaatin içinde liderlik kavgalarında kan bile dökülebiliyor. Kavgalar, karşılıklı suçlamalar ayyuka çıkıyor. Kendi liderini bile kavgasız seçemeyen cemaatler, tarikatlar ve diğer çeşitli dini oluşumlardan oluşan bir topluluğun bütünü temsil edecek bir halifeyi seçebilmesi mümkün mü?
Her şeye rağmen hilafetin İstanbul’da kurulduğunu varsayalım. Nasıl bir faydasının olacağını düşünüyorsunuz? Bütün dünya Müslümanlarının birleşip küffara karşı tek yürek olacağını mı sanıyorsunuz? Bu sorunun cevabı tarihte yaşanmış olaylarda mevcut. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Yüz yıl kadar önce İslam Halifesi İstanbul’da cihat ilan ettiğinde sonuç tam bir fiyasko oldu. Bırakın yanımızda düşmana karşı savaşmayı Hristiyan düşmanla bir olup halifenin Müslüman ordusunu arkadan vurmadılar mı? Vurdular ve Kâbe’yi Hristiyan İngiliz bayrağının gölgesine, yüce Peygamberimizin mezarını Hristiyan askerlerinin insafına ve hakimiyetine teslim ettiler. Halife’nin Müslüman askerlerini öldürürken din kardeşliği akıllarına bile gelmedi. Yemen türküsü havaya bakıp melankolik duygularla uydurularak yazılmadı Anadolu topraklarında. Sadece arkadan haince vurulmadı halifenin ordusu. Birinci Dünya savaşında Mısır İngiliz ordusuna 1,5 milyon Müslüman savaşçıyı asker olarak verdi. Bu askerler çeşitli cephelerde halifenin askerlerine karşı göğüs göğüse savaştı. Savaştan yenilmiş olarak çıkan Osmanlı’nın işgal edilmiş başkenti ve hilafetin merkezi İstanbul’da Fransız ordusundaki Müslüman Senegalli askerlerin Müslüman Türk kadınlarına yaptıkları saldırılar ve rezaletler tarih kitaplarında yazılıdır.
Geçmişten çıkıp günümüze gelelim. Filistin’e destek mitinginde açılan hilafet bayrağı altında toplanacağımız Müslüman kardeşlerimiz şimdiye kadar hangi ulusal meselede Türk Milleti’nin yanında oldular? Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklere yapılan zulümde Çin’in tarafını tuttuğunu, Karabağ savaşında açıkça Ermenilerin yanında olduğunu bütün dünyaya çok açık bir şekilde deklare etti. Kıbrıs konusunda neredeyse bütün Arap devletleri açıkça Yunan-Rum tarafını destekliyor. Bu örnekleri PKK, Doğu Akdeniz’de yapılan anlaşmalar ve pek çok konuda çoğaltmak mümkün. Bize neredeyse haklı olduğumuz her ulusal konuda karşı duran ve düşmanlarımızı destekleyen insanlarla nasıl hilafet bayrağı altında toplanabiliriz ve onlara güvenebiliriz?
Diyelim ki Arap toplumunun Müslüman kapsamına Türk milleti girmiyor. Türkleri Müslüman olarak benimsemedikleri ve din kardeşi olarak görmedikleri için hiçbir ulusal konuda yanımızda olmadıklarını düşünelim. Peki Müslüman Arap toplumu kendi içinde önemli olaylarda birlik sağlayabiliyorlar mı? Fazla örneğe gerek yok. Cevabı sadece bir olay üzerinden rahatlıkla verebiliriz. Bütün dünyanın gözü önünde Gazze’de masum Filistinliler, Siyonistler tarafından çoluk çocuk demeden soykırıma uğrarken koskoca Arap dünyası ne yapıyor. Maalesef hiçbir şey. Arap ülkelerinin her biri kendi çıkarı bozulmasın diye hemen yanı başlarında olan soykırıma sessiz kalıyorlar. Hatta Gazze’nin sınır komşusu Mısır aradaki Refah Sınır Kapısını açıp da bir Filistinliye bir bardak su bile veremiyor İsrail kızar diye. Ama dünyanın en sözü geçen İslam İlim merkezi El-Ezher Üniversitesi Kahire’de. İslam dinini ve Müslümanları ilgilendiren her konuda ahkam kesen El-Ezher’in somun pehlivanı mücahit din alimleri konu Gazze ve İsrail’e gelince havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Bu toplulukla mı İslam Birliğini kurup Hilafeti getireceğiz. Hiç gerçekçi değil doğrusu…
Bir sonraki yazımda konuya başka sorularla ve değişik bakış açılarıyla devam edeceğim.