İŞKODRA DÜŞERSE BÜTÜN BALKANLAR DÜŞER HÜNKÂRIM!
Hava çok sıcak olduğu için fazlaca kalamadığımız Tiran Ethem Bey camiinde öğlen namazını eda ettikten sonra; komutanı Hasan Rıza Paşanın Padişaha çektiği telgrafta; “İşkodra düşerse bütün Balkanlar düşer” dediği İşkodra kalesine doğru yola koyulduk.
İşkodra ya gelmeden önce; bir zamanlar Osmanlı’yı çok uğraştıran İskender Bey’den bahsetmeden geçmeyelim (Namı değer Celsi Casriat).
İskender Bey (Gjergj Kastrioti,1405- 1468), Arnavutların ulusal kahramanı. Feodal bir hanedanlık olan Kastriyota hanedanından gelmektedir. Babası Yuvan, oğlu Gergi’yi o sıralarda Osmanlı sarayına rehin olarak gönderdi. Edirne’de II. Murad’ın hizmetinde bir iç oğlanı eğitimi gören Gergi Müslüman oldu ve İskender adını aldı. Osmanlı sarayına alındığı zaman 18-19 yaşlarındaydı. Osmanlıda önemli askerî hizmetlerde bulundu, Anadolu ve Rumeli seferlerine katıldı. 1443 yılında Morova Muharebesi sırasında kaçıp sancak beyi olduğunu ilan eden sahte bir fermanla Kroya kalesini ele geçirmiştir. 1468’de ölümüne kadar Osmanlı Devleti’nin Arnavutluk’a yerleşmesine karşı mücadele etmiştir.
İskender Bey’in bunca hizmetten sonra bu ihanetine kahırlanarak İşkodra kalesinin eteklerine vardık. Abartı yapmadan söyleyeyim ki; 40-45 derece sıcakta insanlar neredeyse kavrulmaktaydı. Kalenin tepesine çıkma imkânımız olmadı. Ama son saldırıda; İstanbul’dan beklenen yardım gönderilemediği için kale komutanı Hasan Rıza Paşa’nın gür sesi ile huruç hareketi yapıp kaleden çıkan son devrin yiğit akıncılarının mezarları süslüyordu kale yokuşunu! ”Bin atlı o gün çocuklar gibi şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” diyordu ya şair, işte o kahramanları selamlamak için bir asır gecikmiş olsak bile, İşkodra’nın eteklerinde olmak bize onur veriyordu. Allah o şanlı şehitlerimizin şefaatlerine bizleri de nasip etsin diyerek ve Kale Komutanı Hasan Rıza Paşanın; “bizler vatan için burada şehit olduk, bizleri dualarınızdan eksik etmeyin” sesini duyarcasına, bildiğimiz bütün duaları okuyup oradan gözyaşları içerisinde ayrıldık.
Bu yapılanlara bir ad koymak istesek herhalde en güzel şu şekilde ifade edebileceğimize karar verdik;
Balkanlar; “Osmanlı’nın yüksek müsamahasına, alçak ihanetin adıdır”.
Hasan Rıza Paşa Padişaha bildirmişti ya “İşkodra düşerse, Balkanlar düşer diye” Evet, İşkodra düşmüştü ve arkasından da, bütün Balkanlar düşmüştü! O felaket dolu yılları, hatırlamak bile istemediğimden arkamıza bakmadan oradan ayrılıp, Karadağ’a doğru yönlendik.
BUGÜN, TURİZM GELİRLERİYLE ÖNE ÇIKAN, KARADAĞ
Zeta Prensliği adıyla, bağımsız bir il olarak kurulan Karadağ, 12.yy. sonlarında Sırpların egemenliğine girdi.1389’da Sırplar Kosova’da Osmanlılara yenildikten sonra da bağımsızlığını korumayı başardı. 1516’dan sonra yönetim, halk meclislerince seçilen vladike adlı piskoposların elindeydi Osmanlılar ve Arnavutlarla sık sık savaşan Karadağlılar 1711’de Rusya ile ittifak kurdu.
1878’deki Berlin Kongresi’nde Karadağ’ın bağımsızlığı tanındı ve ülkenin sınırları iki katına çıktı. Ama Arnavutluk’un direnmesi yüzünden 1880’e değin güney sınırları üzerinde anlaşmaya varılamadı. Sonunda Podgorica Ovasının tümü ve Bar (Antivari) ile Ulkini (Dulcigno) adlı küçük limanların yer aldığı 40 km’lik kıyı şeridi Karadağ’da kaldı. 1860’tan 1918’e değin hükümdarlık yapan I. Nikola Petrovic, 1910’da kendini Karadağ kralı ilan etti. 1912- 1913 Balkan Savaşları’nda Osmanlılara karşı Sırbistan ile birleşen Karadağ bu savaşta topraklarını kuzeye ve doğuya doğru genişleterek Sırbistan’a komşu oldu. 1.Dünya Savaşı sırasında Sırbistan’ı destekledi. Kasım 1918’in ilk günlerinde Karadağ’dan çekilen Avusturya-Macaristan birliklerinin yerini Sırp ordusu ve düzensiz birlikler aldı. Ardından Podgorica’da toplanan ulusal meclis 26 Kasım’da Nikola’nın tahttan indirilmesine ve Karadağ’ın Sırbistan’a katılmasına oybirliğiyle karar verdi.
Nisan 1941’de İtalyan birlikleri Karadağ’ın bazı bölgelerini işgal etti. Temmuzda, İtalyanların Cetinje’de topladığı, ama Karadağ halkını temsil niteliği çok kuşkulu olan bir ulusal meclis, Karadağ’ın bağımsızlığını ilan etti, bir yürütme organı seçti ve İtalya kralının ülkeye bir kral atamasını istedi. Aynı ay içinde bir ayaklanma başladı ve çatışmalar 1944 sonlarına değin sürdü; bu tarihte denetim partizanların eline geçti.
1946’da yapılan federal anayasa ile Karadağ, Yugoslavya’yı oluşturan altı özerk federe birimden bir yapıldı. Katar Körfezi ve bu körfez ile Bar arasında kalan Adriyatik kıyıları topraklarına eklendi. 1945-1992 arasında Karadağ, Yugoslavya topraklarının yüzde 54’ünü oluşturuyordu. Cetinje’de olan yönetim merkezi, yeniden inşa edilip Titograd adı verilen Podgorica’ya taşındı.
1992’de Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasından sonra, Karadağ aynı yıl içinde Sırbistan ile birlikte Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni oluşturdu. Bosna Savaşı’nda Karadağ polisi ve paramiliter güçleri ile birlikte Sırpların yanında yer aldı1996’da Milo ukanovi başkanlığındaki Karadağ yönetimi Slobodan Miloseviç yönetimindeki Sırbistan ile olan bağlarını kopardı, kendi ekonomi politikasını oluşturmaya karar vererek, para birimini Alman Markı olarak değiştirdi. Ancak Karadağ, Sırbistan la gevşek de olsa sürdürdüğü birlik yüzünden 1999’daki NATO bombardımanından kendini kurtaramadı.
BiRLiK RESMEN SONA ERDi
2002 yılında Sırbistan ile Karadağ arasındaki birlik antlaşması yenilendi. Yeni antlaşmaya göre ülkenin adı Sırbistan ve Karadağ Devlet Birliği olarak değiştirilirken, 3 yıl içinde taraflardan herhangi birinde yapılacak referandumla kendi kaderlerini tayin hakkı tanındı21 Mayıs 2006’da yapılan bağımsızlık referandumu sunusunda % 45’e karşılık % 55 oyla bağımsızlık kararı alındı Referandumdan iki hafta sonra, 3 Haziran 2006’da Karadağ parlamentosu ülkenin bağımsızlığını ilan etti. 15 Haziran’da Sırbistan’ın da Karadağ’ın bağımsızlık kararını tanımasıyla Sırbistan Karadağ Birliği resmen sona erdi.
Rus etkisinin büyük olduğu Karadağ, zaten Rusların sıcak denizlere inme hayallerinin bir başka yolunu teşkil etmekteydi. Yugoslavya güney Slavları demektir. Yugoslavya’nın güneydeki en önemli bölümü ise Karadağ’dı. Dalmaçya kıyılarına doğru gidildikçe mevcut 1260 adanın, bu gün 60 tanesinde hayat olduğu bilinmektedir. Bu adalardan en önemlisi “Stefan adasıdır” ki, dünyanın en ultra zenginlerinin geceliği 10 bin avro ya konakladıkları yerdir.
Karadağ’ın sahilde güzel kentlerinden biri olan Bar şehrinde deniz kenarında ki otelimize yerleştik. İnsanlar yaşamanın peşinde, renkli, canlı ve medeni bir yaşantının varlığı her halinden belli olan bir yer. Ertesi gün buradan Karadağ’ın diğer bir şehri olan Budva’ya hareket ettik. Burada, Budva kalesinin içi bir mahalle şeklinde yapılmış ve turizme açılmış. Mükemmel bir tarihi ve akustik bir güzellik var burada. Aynı güzellik buradan hareket edip ulaştığımız sahil kenti Kotorda da mevcut. Şehrin yüksekçe bir bölümünde bulunan Şişman İbrahim paşa camiinin genç hocası bizi görünce geldi. Bizimle çok ilgilendi. Maaşını İslam Birliğinden aldığını söyledi. Camiye ve eklentilerine gözü gibi baktığı belli olan bu değerli gence sorduk; Türkiye ye gelmek ister misin! Gözleri ışıldadı ve cevap verdi: “Para biriktirip geleceğim” dedi. Bu söz oradan ayrılıncaya kadar kulaklarımda çınladı! Para biriktirip gelecek inşallah!
Buradan Sırpların çoğunlukta olduğu üç bölüme ayrılmış Bosna’nın Trebinje şehrine hareket ettik. Soykırım niteliği taşıyan Bosna savaşından (1992-1995) sonra imzalanan “Dyton anlaşması” ile Bosna üç bölgeye ayrılmıştı. Amaç Müslüman Bosnalıların bir daha güçlü bir devlet olmasını önlemeye yönelikti. Sırpların, Hırvatların bağımsız devletleri olacak, ayrıca Bosna’nın içinde ayrı bir Sırp, ayrı bir Hırvat bölgesi ile Bosna olacaktı! Uluslararası adalet buydu demek!
Trebinje şehrinde, Zağanos Paşa köprüsü ve Murat camiini gezdikten sonra otelimize çekildik ve sabahın erken saatlerinde oradan Unesco korumasında olan ve Türklerin Balkanlarda ulaştıkları en son nokta olan Poçiteli köyüne hareket ettik.
SARAYBOSNA, BİZİM ELLER
Bosna-Hersek’te, Osmanlı’nın Balkan coğrafyasında yüzyıllar boyu tutunmasının sırrını fısıldayan iki noktadayız: Boşnakların Müslümanlaşmasını sağlayan Blagay tekkesi ve görkemli ‘sınır karakolu’ Poçitel... Bosna’nın gerçek Osmanlıları:
Blagay ve Poçitel.
Osmanlı’nın Balkanlar’da nasıl bu kadar uzun süre kaldığını en iyi anlatan iki yer: Blagay Tekkesi ve Poçitel sınır şehri... Biri Boşnakların Müslümanlaşmasının simgesi, diğeri ise güçlü Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücünü gösteren ve aslında bir sınır karakolu olan görkemli bir kent...
Bu ülke aslında iki eyaletin birleşimi: Bosna ve Hersek... Batı ve kuzey Bosna sınırlarında kalırken, doğu ve güneyde ise Hersek toprakları bulunuyor. Hersek’in en büyük ve ünlü şehri ise köprüsüyle ünlü Mostar... Blagay ve Poçitel ise hemen Mostar’ın yanı başındaki yerleşim yerleri. Blagay Mostar’a yaklaşık 15 km, Poçitel ise 20 km. uzaklıkta...
Blagay, Mostar’ın içinden de geçen ve Bosna-Hersek’in en büyük nehirlerinden biri olan ‘Neretva’nın önemli kollarından biri olan ‘Buna Nehri’nin doğduğu yer.
Küçük bir yerleşim olan Blagay’ı önemli kılan ise hemen su kaynağının bulunduğu mağaranın yanı başındaki ‘Blagay Tekkesi’... Namı değer Alperenler Tekkesi.
Muhteşem bir doğaya sahip olan bölge 1465’te Osmanlıların eline geçtikten sonra kurulan tekke, Bosna’nın yerel halkı olan Boşnakların (Bosniak) hızla Müslümanlığı seçmesinde çok önemli bir rol oynadı. Bu günlerde Nakşibendi tekkesi olan Blagay, bir Bektaşi tekkesi olarak kuruldu. Osmanlılar özellikle Balkanlar’a (Yeniçeriler de Bektaşi dergâhına bağlıydı) yolladıkları Bektaşi dervişleri ve babaları sayesinde çok kısa sürede yüz binlerce kişinin Müslümanlaşmasını sağladı. Bektaşi dervişlerinin hoşgörülü ve özellikle hakkaniyetli tavırları, tarih boyunca hep karmaşa ve savaş içinde yaşamış bölge halkının Müslümanlığa büyük sempati duymasını sağladı. Osmanlı da bu yeni Müslüman olan halka hemen kucak açtı ve kendi öz halkı olarak kabul etti. Hatta çok rahat denebilir ki Osmanlılar en fazla yatırımı da bu bölgeye ve halkına yaptı. Hâlâ birçok Boşnak’ın “Biz Osmanlıyız” demesinin sebebi bu olsa gerek.
Bu sevginin simgesi de Blagay Tekkesi’ydi. Esasında mütevazı bir tekke olan Blagay, etrafına daha sonra yapılan binalarla artık oldukça görkemli bir görünüme sahip. Yapılan binalar bölgenin ve tekkenin mimari dokusuna uygun ve bence oldukça başarılı. Sokullu Mehmet Paşa’nın köyü olan Sokoloviç’te, Sokullu’nun köyüne armağan ettiği 500 yıllık camiye yapılan restorasyonu gördükten sonra burası gerçekten de çok iyi korunmuş diyebiliriz.
Devam edecek…