6 Şubat Pazartesi sabah saat 04.17 sıralarında meydana gelen 7.7 şiddetindeki deprem ile tüm Türkiye ve dahi dünya sarsıldı. Aynı anda 10 ilimiz ve bu illerin yerleşim alanlarının bütününde meydana gelen asrın bu en büyük felaketinin şoklarından deprem bölgesi insanları kurtulmaya çalışırken, gün ortasında bu kez 7.6 şiddetinde ikinci bir depremle adeta toplum şaşkına döndü. Deprem anının dehşetinden kurtulup kendini sokağa atanlarında canlarını kurtarmalarına sevinemedikleri yeni bir olumsuzluk vardı ki, o da; mevcut kış mevsiminin dondurucu hava şartlarıydı. Depremin dehşetinden, gecenin o saatinde, üzerini doğru dürüst giyinemeden sokağa fırlayan on binlerce insan ilk saatlerde acı kış soğuğunun korkunç etkisi ile ne yapacağını bilemedi. Enkaz altındakilerin durumunu düşünmek bile can yakıcıydı! Kimsenin kimseye yardımcı olamadığı adeta kısmi bir kıyamet yaşanıyordu. 

Bağrışmalar, feryatlar, inlemeler arasında, doğrusu yetkililerin de ne yapacaklarını bilemedikleri o ilk anların etkisi gerçekten hazindi. Olay haber kaynaklarınca topluma duyurulmaya başlandığı andan itibaren bu kez yeni bir problemle karşı karşıya kalındı. Bu illerin dışarıda olan mensupları, ailelerinin akıbetlerinden endişelendikleri için imkânlarına göre hareket ederek yollara düştüler ve deprem meydana gelen illere yöneldiler. Yolların kırıldığı, çöktüğü, köprülerin yıkıldığı, ortamın bir savaş alanına döndürüldüğü bu şehirlere yaklaşan araçlar büyük konvoylar oluşturmaya başlayarak, bölgeye yardım taşıyacak görevlilerin varış imkânlarını ortadan kaldırarak yeni bir mağduriyete, bilmeden ve istemeden sebep oldular. Filmlere konu olacak bu ardışık olaylar ve yığılmalar, gecenin ayazında yıkıntılar arasında, gecelik elbiseleri ile kurtarılmayı bekleyen binlerce insan için çok büyük talihsizlikler anlamına geliyordu.

Saatler geçiyor ancak kurtuluş ümitleri de her geçen saat daha fazla azalıyordu. Vatandaşlar bu ilk saatlerin karışıklığı içerisinde kendi imkânları ile ellerinden geleni yapmaya koyulmuşlardı. Şiddetli deprem yüzünden şehirlerin alt yapıları çökmüş, su elektrik kanalizasyon Sistemleri felç olmuştu. Bir yanda kurtarılmayı bekleyen binlerce insan, çocuk, genç, diğer yanda; bir şekilde kendini kurtarıp sokağa çıkan insanların, aç susuz ve soğuktan perişanlığı. Bu kaotik ortamda her zaman olduğu gibi bizim insanımızın yüksek dayanışma duygusu devreye girerek insanlar, eksik arayan değil, imkânlarına göre eksiklikleri tamamlamaya gayret etmeye başladılar. Sahip oldukları imkânları, tanıdık-tanımadık bölüşmeye, ses gelen her yıkıntı altına doğru ses vererek moral katmaya çalıştılar. Devletin sahip olduğu imkânların bu kadar geniş alanda beklenilen hızda ve dozda etkili olması elbette ki mümkün değildi. Dünyanın en güçlü devletlerinin bile karşılaştıklarında şok olacakları bu afet karşısında devlette refleksini göstererek, ilk saatlerin şaşkınlığını aşıp, deprem şehirlerinde arama-kurtarma çalışmalarını başlatıyordu.

Depremin etkilediği alan inanılmaz büyüklükte olduğu niçin, o büyüklük içerisinde yapılan kurtarma hizmetleri çok yetersiz görülüyordu. Çünkü her yıkılan evin kurtulan mensupları kendi binalarının enkazı altında kalan aile mensupları için kurtarılma feryadında bulunuyordu. Binlerce evin yıkıntıları ve enkazına dünyanın hiçbir ülkesinde aynı anda yetişip kurtarma işlemi yapabilecek imkânlar yoktur. Yolların molozlarla kapalı olduğu, elektriklerin kesik, suların akmadığı bir ortamda, isteseniz de ekiplerinizi verimli çalıştırmanızın imkânı olmaz. Kaldı ki depremin ilk saatleri karanlıkta geçmişti ve çoğu yerde haber kanallarının ışıldakları ile ekipler çalışabiliyorlardı. Ayrıca yetkili ve sorumluların da; bu büyüklükteki bir depremi, ilim adamlarımızın defalarca ikaz ve uyarılarına rağmen öngörememeleri hazırlıkların eksik kalmasına da sebep olmuştu. Bu eksiklik depremin ilk saatlerinde yoğun olarak hissedildi.

Depremin ilk saatlerinin ardından gün ışımaya başlayınca facianın boyutları da ortaya çıkmaya başladı ki, durum sanılandan da çok daha büyük ve kelimenin tam anlamıyla ortada bir felaket vardı. 500 atom bombası gücüne sahip enerji boşalımının meydana geldiğini bizzat Afat yetkilileri açıkladılar. Dünya Sağlık Örgütü bu felaketi görerek üçüncü derecede alarm verdi. Bunun anlamı, teşkilatın bu konularda sahip olduğu imkânlarının felaketzede ülkeye yönlendirilmesiydi ki bu depremzedelerin ihtiyaçlarının karşılanması açısından güzel bir gelişmedir. Bölgede 3 ay süre ile “Olağanüstü hal” ilan edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en seçkin ve teknik birimlerinin bölgeye intikali umutlarımızı arttıran gelişmeler oldu. Afat dâhil, hemen hemen bütün hastanelerin ve kamu binalarının yerle bir olduğu şehirlerde herkes can derdine düşmüştü. Yurtdışından 60’ın üzerinde ülkeden profesyonel arama-kurtarma ekiplerinin gelmesi, yetkililerin önünü görmeye başlaması ile etkili olmaya başlayan çalışmaların aralıksız devam etmesini sağlamaya başlamıştı. Ayrıca birçok ülkenin depremzedelerin ihtiyaçlarına yönelik maddi yardım girişimleri bu sıkıntılı günlerde önemli ve değerliydi. Bu yazımızın yazılması sürecinde, en son Adıyaman’da, 129 saat üzerine bir vatandaşımızın canlı kurtarıldığı haberi, depremin üzerinden 6 gün geçmesine rağmen umutların hala devam etmesine sebep oldu.

Deprem sonrası çok acıklı yaşanmışlıklar ve hayat hikâyeleri okuyacağımız ortadadır. Her depremin ardından; yaşananlardan ders alacağız diyoruz ama her nedense bu sözümüzü kolay unutuyoruz! Tedbiri almadan her şeyi takdire bağlamak anlayışı artık sorumlular için mazeret olarak kabul edilmiyor. Nerede eksik yaptık, neyi umursamadık, neleri dikkate almadık tartışmalarını, acılarımızın sarılmasından sonraki döneme bırakmamız aklın gereğidir. Bu konuyu erteleyeceğiz ancak, uygun bir zaman sonra mutlaka irdeleyeceğiz ki; bir daha ayni hataları tekrarlayıp, ayni acıları yaşamayalım! Bu gün; haklıydık-haksızdınız tartışmasının yapılacağı gün değildir. 

Milletimizin ve devletimizin yüksek yardımseverlik duygusu ve özgün feraseti ile şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz ki; her şeye rağmen; “Yıkılmadık, ayaktayız.”